EDEBİYAT DÜNYASI...
10 Mart 2021 Çarşamba
13 Aralık 2015 Pazar
BEHÇET NECATİGİL
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Behçet NECATİGİL
***
BEHÇET NECATİGİL
Doğum tarihi : 16.Nisan.1916
Ölüm tarihi : 13.Aralık.1979
Doğum yeri : Fatih, İstanbul
Ölüm yeri : İstanbul
BEHÇET NECATİGİL BİYOGRAFİSİ
Behçet Necatigil, Türk Edebiyatı’nın öndegelen yazar ve şairlerinden.
16 Nisan 1916 tarihinde, İstanbul, Fatih’te dünyaya gelen Necatigil, sanatçı ruhlu, duyarlı bir insan olan annesi, Fatma Bedriye Hanım’ı, 1918 senesinde, henüz 2 yaşındayken kaybetti. Aynı sene büyük Fatih yangınında evleri de yanan Necatigil, bir süre Karagümrük’e, anneannesinin yanında yaşamaya gitti.
Uzun yıllar, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde müftülük yaptıktan sonra, Sarıyer Müftülüğü'nden emekli olan babası Necati Efendi, annesinin ölümünden bir yıl sonra, Beşiktaş'ta bir saray memurunun kızı olan Saime Hanım'la evlenince, Necatigil’in hayatında, babası ve anneannesinin arasında gidip gelmekle geçen, bir dönem başladı.
Necatigil, ilkokula başlayacağı sene, anneannesinin de rahatsızlanınca, Karagümrük'ten Beşiktaş'a, babasının yanına geri döndü ve 1923'de, Beşiktaş Cevri Usta Okulu'na başladı.
Singer Dikiş Makineleri firmasında müfettiş olarak işe başlayan ve Kastamonu'ya atanan babasıyla taşınan Necatigil, ilkokul son sınıfı Kastamonu Muallim Tatbikat Mektebi'nde okudu ve 1927'de mezun olarak Kastamonu Lisesi'nde ortaöğrenimine başladı.
Yetersiz beslenme ve bakımsızlık yüzünden başlamış olan hastalığı "adenit tüberküloz" sebebiyle, öğrenimine ara verme durumunda kalan Necatigil, ailenin yeniden İstanbul'a taşınmasıyla, ameliyatlar ve elektrik tedavileriyle geçen uzunca bir süre geçirdi.
Yarıda kalan öğrenimine, 1931 yılında Kabataş Lisesi'nde, orta ikinci sınıftan yeniden başlayan Necatigil, 1936'da okulun edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu.
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu, Edebiyat Bölümünden mezun oldu. Kars, Zonguldak ve Kabataş Erkek Lisesi 'nde ve daha sonra da, İstanbul Eğitim Fakültesi'nde edebiyat öğretmenliği yapan Necatigil, Kabataş Erkek Lisesi'nde Demir Özlü, Hilmi Yavuz gibi yazar ve şairlerin öğretmeni oldu.
Edebiyata ilgisi, Kastamonu'da, ortaokul yıllarında başlayan Necatigil, edebiyat öğretmeni, şair Zeki Ömer Defne tarafından desteklendi ve yazması için teşvik edildi.
O yıllardan kalan bir kompozisyon defterinde, Zeki Ömer Bey'in 23.1.1930 tarihli şu cümleleri göze çarpmaktadır: "Yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!"
Ortaokul yıllarında, kendi el yazısıyla yazıp ciltlediği bir dergi çıkarmaya başlayan Necatigil’in okuyucuları, arkadaşları ve akrabalarıydı.
İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlık Dergisi'nde çıkan ve o tarihten, ölümüne kadar hep şiirin ve edebiyatının içinde olan Necatigil, şiirlerinde evler, aile, çevre, aşklar, sıkıntılar, hastalıklar, yalnızlıklar ve ölüm, onun kendine has anlatımı ile satırlara dökülmüştür.
O yıllarda, Akşam Gazetesi’nin haftalık Çocuk Dünyası sayfasına, ''Küçük Muharrir'' imzasıyla şiir, fıkra ve hikâyecikler yazmaya başlayan Necatigil, daha sonra bir ropörtajında, 1931 - 1933 yılları arasında sürdürdüğü bu çalışmalarının karşılığında, dergi yönetiminden telif ücreti olarak, ya çikolata, ya da bonbon aldığını açıklamıştı.
Kabataş Lisesi'ni bitirdikten sonra, öğrenimine Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam eden Necatigil, bu arada, Alman Filolojisi'ndeki bazı derslere konuk öğrenci olarak katılarak, ilk ders yılı sonunda "Deutscher Akademischer Austauschdienst" kuruluşunun davetlisi olarak, bursla, Berlin'e gönderildi. Dört ay Almanya'da kalan Necatigil, Berlin Üniversitesi'nin dil kurslarına devam etti.
1940 yılında, üniversiteden birincilikle mezun olan ve aynı sene, Kars Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atanan Necatigil, iklime uyum sağlamakta güçlük çekip, hastalanması üzerine, 1941’de Zonguldak Çelikel Lisesi'ne tayin edildi. 1943 Mart’ında da İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne atanmasından iki ay sonra, yaz dönemine girince, yedek subaylık için başvurarak Ankara'ya giden Necatigil, temel eğitim sonrası askerlik görevini Ekim 1943 - Kasım 1945 arasında, İzmir'de levazım subayı olarak yaptı ve terhis olmasının ardından, Aralık 1945’te, İstanbul'a, on beş yıl süreyle çalışacağı Kabataş Lisesi'ne tayin edildi. İlk şiir kitabı "Kapalı Çarşı" da aynı sene basılmıştır.
Yine aynı yıl, İstanbul Üniversitesi, Alman Filolojisi'ne kaydını yaptırarak, iki yıl süreyle, öğretmenliği ve öğrenciliği birlikte sürdüren Necatigil, iki yıl sonra, lisedeki ders saatleri arttığı için, modern Almanca sertifikası alarak, Alman Filolojisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı.
1948 yılında Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan ve o dönemde Sarıyer Ortaokulu'nda stajyer öğretmen olarak çalışan Huriye Korkut ile tanışan Necatigil, Ağustos 1949'da, bu hanımla, aile arasında kıyılan bir nikahla evlendi.
1951 yılında ilk kızları Selma’nın dünyaya gelmesinin ardından, 1955 yılında, Beşiktaş’a taşındılar. 1957’de de, ikinci kızları Ayşe doğdu.
1957’de Yedi Tepe Şiir Armağanı’nı kazanan Necatigil, 1964’te de, Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nün sahibi oldu.
1960 yılında, Çapa Eğitim Enstitüsü'ne atanan ve 1972’de, kendi isteğiyle emekliye ayrılan Necatigil, emeklilik dönemini, evinde çalışarak geçirdi.
Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştiren, sağlam ve tutarlı bir şiir dünyası olan sanatçının, Bile/Yazdı adlı, düz yazılarını içinde topladığı bir kitabı basıldı.
Almanca'dan çevirileri de olan Necatigil, 1965’te Yıldızlara Bakmak, 1967’de Gece Alevi, 1970’te Üç Turunçlar, 1975’te de Pencere adlı kitaplarında, yazdığı radyo oyunlarını birleştirdi.
Behçet Necatigil, 1979 Kasım’ında, akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne yatırıldı ve kısa bir tedavi döneminin ardından, 13 Aralık 1979 tarihinde vefat etti. Necatigil, İstanbul Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi.
Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü, 1980'den beri verilmektedir.
Necatigil'in, Eski Sokak şiirine konu olan Camgöz Sokağı'nın adı, ölümünün ardından, 1987 yılında, yakın arkadaşlarının çabaları ve basının da desteğiyle, belediye tarafından "Behçet Necatigil Sokağı" olarak değiştirilirken, Kabataş Erkek Lisesi 3 Fen-F sınıfına da, Behçet Necatigil Dersliği adı verilmiştir.
Şehr-i İstanbul Derneği de sanatçıların evlerini belgelemek amacıyla yaptığı çalışma kapsamında, 19 Mart 2005 de, düzenlenen bir törenle Behçet Necatigil'in 1964 yılından, ölümüne dek yaşadığı Deniz Apartmanı'nın girişine bir plaket koydu.
.
6 Nisan 2015 Pazartesi
1940 kuşağından unutulmuş bir edebiyatçı: Yusuf Ahıskalı
YUSUF AHISKALI
Özgeçmiş
(1909-1983)
Şair, Yazar. İstanbul Ticaret Lisesi ve Yüksek ticaret Okulu’nu bitirdi, gümrük müfettişliği yaptı. İlk yazılarını Trabzon’da çıkan Hak gazetesinde “Çağlayan” takma adıyla yayınladı. 1938’de Ses dergisini çıkarmaya başladı. Daha sonra Ses, Yeni Ses (1946-1852), Güleryüz (1960) dergilerinde yazdı. Hikayelerini Bizden İyileri, Kocakarının İki Oğlu, Yedek Subay’ın Aşkı adlı kitaplarda topladı.
Eserlerinden bazıları: Bizden İyileri (1940), Koca Karının İki Oğlu (1941),
Yedek Subayın Aşkı (1944), Hitabe (1945), Keçi Ayaklı İlâh (Pan) Destan (1952 Arkadaş Matbaası-İstanbul), İstanbul Destanı (1953), Harp Sonrası-Hapishanelerin Destanı (1960), Sosyalizmin Gelişme Yılı 1946 (1968),
Duvarların Ötesi (1972), Savaş Çocukları (1979).
BİR ŞİİR YAZMAK İSTİYORUM
I
Bir şiir yazmak istiyorum
Yanaşılan aşk isteği ile
İmgeler pırıl pırıl
Gök yüzünce geniş
Gerçekler dolu.
Budanmış bir ağaçtan
Fışkıran dallar gibi..
Direnci yoğunlaşan
Bir devrimi andıran..
II
Batmış imparatorlukların
haritalarda yayılışı gibi
Durgun bağırsaklarımla
Ölüme desem de merhaba..
Hırsızlık yapıyorum doğadan böylece.
Yaş yetmişi geçince.
III
Ölüm için de olsa
Ve bileğinde güç varsa
Yoksa şiir yazmak yerine
Ölümün kendisi gelir insana.
IV
Sahibi mi var evrenin
Ya da bu yurt ve yörenin?
Şiire özlemliğim sahiplikse
O zaman yaşama boyu eğerim.
V
İşte böylece romantik bir yaşantı
Ve sıcak yaz akşamında
Yaprak kıpırdamazken
Ay ışığı serinlik verir insana
Anılar canlanır
Serilir insan şiirin içine
VI
Yiter görünüm
Hasta bakıcı giyimli melekler
çevrende dört döner
İnsanlardan uzak
Verdikleri için keder.
Tek şarkılarıdır insanın
Tüm geçmişiyle koro olmuş
Kulaklarımda öter.
Yusuf Ahıskalı
Yazko Edebiyat sayı 35
*
HAKKINDAKİ AYRINTILI BİLGİLER:
http://www.digitalssm.org/cdm/singleitem/collection/abidindino/id/2568/rec/78#top
YUSUF AHISKALI
http://www.digitalssm.org/utils/getfile/collection/abidindino/id/2568/filename/2281.pdf#toolbar=1&navpanes=1&search="Dergisi"
21 Şubat 2015 Cumartesi
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU'NUN BİYOGRAFİSİ VE YAPITLARI...
EDEBİYATÇILARIMIZ...

ŞAİR MUHARREM NİYAZİ AKINCIOĞLU (1919 - 1979)

M.NİYAZİ AKINCIOĞLU'NUN ESERLERİ:
Haykırışlar (1938)
*
Umut Şiirleri (1985, tüm şiirleri, ölümünden sonra)

HAYKIRIŞLAR
BURSA, ANKARAKİTAPEVİ
1.BASIM
BASIM YILI:1938
*
UMUT ŞİİRLERİ
ANKARA, HACAN YAYINLARI
(ÖMER CAN)
1.BASIM, KASIM1986
KAPAK

*
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
''UMUT ŞİİRLERİ (Ölümünden sonra basılan ve tüm şiirlerinin yer aldığı kitabı)
SAYPA YAYINEVİ
2.BASKI
BASIM YILI: KASIM 1996
SAYFA SAYISI:192

NOT: M.NİYAZİ AKINCIOĞLU'nun üç çocuğu vardır; Tevfik Altan, Eflatun Cüneyt ve Zeynep.
Akıncıoğlu, kendisinin takma adı; EFLÂTUN Cüneyt adını oğluna vermiştir. Onun, cezaevi yıllarından sonra -şiirden- ayrı yaşadığını zannedenler belki de çok yanılıyordur.
*
BİR MAKALE
Ümit edebilriz!..
Ümit ettik diye biz de bir nöbet
Güneşe karşı işemiş olmayız elbet.
Ümit!..
O orta malı,
o kara toptakta kırık bir gül dalı
orospu kocası,
ümit o bîvefa dilber;
o herkesten çok bizim olan
bir vatan, bin cihan.
Küfredip anasına, avradına, babasına
öpüp kokladığım hürriyet.
Kelepçede bileklerimiz,
kelepçe arkadaşım,
ümit!..
Mazimiz lâfa tutulmuş
enkazı üzerinde
senin kolunda yürüyorum,
senin gözlerinde yeşeriyor
mev'ut meyvalarım
ve terkettiğin gün
ben, yaşamıyacağım.
M. NİYAZİ AKINCIOĞLU
(1953)
*
Sokak, 12.4.1940
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
*
*
http://www.nadirkitap.com/adam-sanat-37-1988-niyazi-akincioglu-resim-yasamina-baslamak-kit-williams-pablo-neruda-nin-kanatlanisi-carlos-fuentes-necati-abaci-nin-portreleri-dergi5888150.html
ŞAİR MUHARREM NİYAZİ AKINCIOĞLU (1919 - 1979)

Kırklareli’den yetişen AKINCIOĞLU’nu ne yazık ki çok az Kırklarelili tanıyor bugün. Edirne’ye yazılmış en büyük methiyedir Edirne isimli şiiri. Bu şiirde bahsi geçen, o “üç belik sular” gibi akıp insanı etkisi altına alan benzersiz Edirne betimlemesinden dolayı onun Edirneli olduğunu düşünenlerin sayısı ile, Bursa’da okuduğu üç yılı onulmaz (!) bir vefaya bulanmış karasevdayla anlattığı Bursa şiirinden sebep onu Bursalı sananların sayısı, şairin Kırklarelili olduğunu bilip sahiplenenlerden kat be kat fazladır. Ne yazıktır; şairin kalemini oynatmayı bırakması da büyük ihtimalle unutulmuşluktan sebeptir.
Değerli şairimizi saygıyla anıyor, onun sırrını dışarıya vermeyen hayatından bazı kesitlere sayfalarımızda yer veriyoruz.
M.Niyazi AKINCIOĞLU’nun hayat hikayesi 1919 yılında Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Kurudere köyünde başlar. Orta öğrenimini Edirne ve Bursa'da yaptığını biliyoruz.
Hatta hikaye çok enteresandır...Edirne Lisesi’nde okuduğu yıllarda, Edirne’nin salaş köfteci dükkanlarından birinde şarap içerken okul müdürüne yakalanır. Tasdiknamesi verilen AKINCIOĞLU, Bursa Lisesi’ ne sürülecektir. Bu anekdotu “Sorgun postası” isimli internet sitesindeki sayfasında anlatan İsmet SOLAK, “İyi ki de sürülmüş” diyor yazısında. “ Yoksa Bursa gibi bir destanı nasıl yazardı ? “
İşte o yıllardan gönül gözünün çektiği fotoğraflar, “Edirne” ve “Bursa” isimli şiirlerinde bu şehirleri taçlandıracaktır.
Şair AKINCIOĞLU daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir.
Onun 1940’ lı yılların en önemli şairlerinden olduğunu söylemek gerek. Asım BEZİRCİ’ nin bir tesbiti onun ne denli etkileyici bir şair olduğuna dair önemlidir. Şöyle der BEZİRCİ: “AKINCIOĞLU - Nazım HİKMETten sonra, ama Enver GÖKÇE ve Ahmed ARİF’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir.”
Bu şu sebeple önem taşır: Ahmed ARİF 1940 kuşağından, tek yayınlanmış kitabı bulunmasına rağmen en bilinen ve etkisini günümüze taşıyan şairdir. Oysa, edebiyat dünyasında dile getirilmekten çekinilen tabulardan birisinin Ahmed ARİF’in, AKINCIOĞLU’ndan birçok yönden etkilendiği, hatta onun teknik, söz söyleyiş, şiirin ruhuna dair yönlerini de kendi şiirine eksen edinmiş ve onun üzerinden geliştirmiş olduğu üzerinedir. Onun çok bilinen şiirlerinden bazı dizelerdeki “esinlenmeler” şaşırtıcıdır.
Ne yazık ki AKINCIOĞLU bu kuşağın belki de en önemli şairlerinden olmak için yeni üretimlerini bir süre askıya almak zorunda kalır. 1953 yılında Kepirtepe Köy Enstitüsü' nden bir grup kişi ile birlikte, kendisine atfedilen “gizli cemiyet kurmak” suçuyla yargılanır. Oysa AKINCIOĞLU ve arkadaşları “Köyleri Kalkındırma Derneği” yararına bir faaliyet içindedirler.
Ama yüreğinden damıtarak kaleminde vücut bulan, boynuna pranga gibi asılmış “şairliği” o dönem şartları için onun da her ne sebepten olursa olsun suçlu görülmesine yetecektir. Bu yargılamalar ve Kırklareli hapisanesindeki mahpusluk dönemi, aklanıncaya kadar neredeyse 2 koca yıla yakın bir süreyi bulur. Çoluk çocuk aç, perişan, işin ötesinde aile babasızdır o koskoca 20 aylık mahpusluk boyunca. Uğradığı bu haksızlık, onda içe dönük bir hayata yönelmeyi getirecektir. Bu arada kalemine küsecektir şair.
Kaldığı yerden devam edemez miydi, onu bilemiyoruz maalesef. O yıllara dair hiçbir sırrını vermiyor AKINCIOĞLU. Tek bilinen kendi isteğiyle bu münzevi hayata dümen kırdığıdır.
İşte onun boş bıraktığı alan Harold BLOOM’ un ifadesiyle “Bir şairin başka bir şairin doğuşuna sebep olması” sonucunu doğuracaktır belki de.
Bu daha evvel bahsettiğimiz gibi, edebiyat dünyasında Ahmed ARİF’e söz söylememiş olmak için tartışmaktan uzak tutulan bir tabu gibidir. Oysa bir büyük şairin de bir öncekinden etkilenmesinde yadırganacak bir şey yoktur aslında.
Muharrem Niyazi AKINCIOĞLU ile Ahmed ARİF şiirde yakaladıkları teknik, dil ve hava kadar, hayatlarında karşılaştıklarıyla da sanki paralel hayatlar sürerler.
İkisi de bir dönem şiirlerinde dile getirdikleri “hürriyet”i bu sebeple içe işleyen bambaşka bir söyleyişle aktardıkları şiirlerine ilham olan “mahpusluk” hayatı yaşarlar. Bu mahpusluk ikisinde de derin tahribatlara sebep olur ki, ikisi de tek kitap çıkartıp, bir süre sonra inzivaya çekilirler. Ahmed ARİF’in 1944-55 yılları arası çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri toplanıp 1968 yılında “Hasretinden Prangalar Eskittim” isimli kitaba dönüşecektir. M.Niyazi AKINCIOĞLU ise yaşarken “Haykırışlar” ( 1938 ) isimli kitabını görebilecektir. 1938 ile ölüm yılı olan 1979 yılına kadar çeşitli dergilerde yayımladıklarını ise kitap olarak göremeyecek, “Umut Şiirleri” isimli kitap 1985 yılı tarihini taşıyacaktır. Bu kitap şairin döneminin önemli yayınlarından olan Gün, İnsan, Pınar, Yeni Ses, Yeni Edebiyat, Yürüyüş gibi dergilerde yayımlanmış şiirlerinin bir araya toplanmasıyla oluşturulmuştur.
Öte yandan iki şairde hayata baktıkları pencere olan aynı ideolojik çizgide eserler vermekte, birisi yurdun batısından, Trakya’ dan seslenirken, diğeriyse doğusundan sözcüklerini uçurmaktadırlar.
1970’li yıllara gelindiğinde yeniden şiirlerini yukarıda adı geçen bazı dergilerde, bazen dostlarının ısrarlarıyla yayınlar AKINCIOĞLU. Ama artık çok hatırlanmamakta, 1940’larda kendisinden sonraki önemli şairleri etkilemiş şiir dilini yakalayamamaktadır. Eski şiirlerinin etkiyi yeniden bulmak için çok da üretim yapmaz. Bu umursamaz kabulleniş onun silkelenmesine engel olacaktır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi ikinci kitabı ölümünden sonra Umut Şiirleri ( Hacan Yayınları 1985 ) ismiyle basılacaktır.
Hayatını, her şeye küsmesini aslında bilerek ya da farkında olmadan “Hürriyet Kasidesi” şiirinin ilk dizelerinde başkalarına “ümit” dağıtarak anlatır AKINCIOĞLU.
“Söylesem söz olur / söylemesem dert.“
O dert ettikleriyle yaşamayı seçecektir. Maphusluktan sonraki hayatını Kırklareli’de Hükümet Meydanı’na bakan bürosunda avukatlık yaparak geçirmeyi tercih eder AKINCIOĞLU. Yaşı da ilerlemiştir. Hastalanır ve oğlunun da aynı hastanede görevli olması sebebiyle olsa gerek ( Dr. Tevfik Altan AKINCIOĞLU ) Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’ne yatar. Şairin üç çocuğundan en büyüğü olan Tevfik ALTAN aynı zamanda Sağlık Bakanlığı eski müsteşarlarındandır.
AKINCIOĞLU’ nun 1 Şubat 1979’ da sessiz sedasız hayata vedasını, kalemin güçlü ustaları olan birçok dostu bile bu tarihten çok sonra öğrenecektir.
Vefa en çok ipek kumaşa benzer. Ne yapsan ütü tutmaz!
İşte bu veda da öylesi bir veda olur. “Yiğit toprağına düşer” derler… Muharrem Niyazi AKINCIOĞLU da şiirlerinde bizi ruh iklimlerinde gezdirdiği Trakya’ ya, kendi ili olan Kırklareli’ ne gömülür.

ŞAİR,M.NİYAZİ AKINCIOĞLU ( 1919 - 1979)
Değerli şairimizi saygıyla anıyor, onun sırrını dışarıya vermeyen hayatından bazı kesitlere sayfalarımızda yer veriyoruz.
M.Niyazi AKINCIOĞLU’nun hayat hikayesi 1919 yılında Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Kurudere köyünde başlar. Orta öğrenimini Edirne ve Bursa'da yaptığını biliyoruz.
Hatta hikaye çok enteresandır...Edirne Lisesi’nde okuduğu yıllarda, Edirne’nin salaş köfteci dükkanlarından birinde şarap içerken okul müdürüne yakalanır. Tasdiknamesi verilen AKINCIOĞLU, Bursa Lisesi’ ne sürülecektir. Bu anekdotu “Sorgun postası” isimli internet sitesindeki sayfasında anlatan İsmet SOLAK, “İyi ki de sürülmüş” diyor yazısında. “ Yoksa Bursa gibi bir destanı nasıl yazardı ? “
İşte o yıllardan gönül gözünün çektiği fotoğraflar, “Edirne” ve “Bursa” isimli şiirlerinde bu şehirleri taçlandıracaktır.
Şair AKINCIOĞLU daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir.
Onun 1940’ lı yılların en önemli şairlerinden olduğunu söylemek gerek. Asım BEZİRCİ’ nin bir tesbiti onun ne denli etkileyici bir şair olduğuna dair önemlidir. Şöyle der BEZİRCİ: “AKINCIOĞLU - Nazım HİKMETten sonra, ama Enver GÖKÇE ve Ahmed ARİF’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir.”
Bu şu sebeple önem taşır: Ahmed ARİF 1940 kuşağından, tek yayınlanmış kitabı bulunmasına rağmen en bilinen ve etkisini günümüze taşıyan şairdir. Oysa, edebiyat dünyasında dile getirilmekten çekinilen tabulardan birisinin Ahmed ARİF’in, AKINCIOĞLU’ndan birçok yönden etkilendiği, hatta onun teknik, söz söyleyiş, şiirin ruhuna dair yönlerini de kendi şiirine eksen edinmiş ve onun üzerinden geliştirmiş olduğu üzerinedir. Onun çok bilinen şiirlerinden bazı dizelerdeki “esinlenmeler” şaşırtıcıdır.
Ne yazık ki AKINCIOĞLU bu kuşağın belki de en önemli şairlerinden olmak için yeni üretimlerini bir süre askıya almak zorunda kalır. 1953 yılında Kepirtepe Köy Enstitüsü' nden bir grup kişi ile birlikte, kendisine atfedilen “gizli cemiyet kurmak” suçuyla yargılanır. Oysa AKINCIOĞLU ve arkadaşları “Köyleri Kalkındırma Derneği” yararına bir faaliyet içindedirler.
Ama yüreğinden damıtarak kaleminde vücut bulan, boynuna pranga gibi asılmış “şairliği” o dönem şartları için onun da her ne sebepten olursa olsun suçlu görülmesine yetecektir. Bu yargılamalar ve Kırklareli hapisanesindeki mahpusluk dönemi, aklanıncaya kadar neredeyse 2 koca yıla yakın bir süreyi bulur. Çoluk çocuk aç, perişan, işin ötesinde aile babasızdır o koskoca 20 aylık mahpusluk boyunca. Uğradığı bu haksızlık, onda içe dönük bir hayata yönelmeyi getirecektir. Bu arada kalemine küsecektir şair.
Kaldığı yerden devam edemez miydi, onu bilemiyoruz maalesef. O yıllara dair hiçbir sırrını vermiyor AKINCIOĞLU. Tek bilinen kendi isteğiyle bu münzevi hayata dümen kırdığıdır.
İşte onun boş bıraktığı alan Harold BLOOM’ un ifadesiyle “Bir şairin başka bir şairin doğuşuna sebep olması” sonucunu doğuracaktır belki de.
Bu daha evvel bahsettiğimiz gibi, edebiyat dünyasında Ahmed ARİF’e söz söylememiş olmak için tartışmaktan uzak tutulan bir tabu gibidir. Oysa bir büyük şairin de bir öncekinden etkilenmesinde yadırganacak bir şey yoktur aslında.
Muharrem Niyazi AKINCIOĞLU ile Ahmed ARİF şiirde yakaladıkları teknik, dil ve hava kadar, hayatlarında karşılaştıklarıyla da sanki paralel hayatlar sürerler.
İkisi de bir dönem şiirlerinde dile getirdikleri “hürriyet”i bu sebeple içe işleyen bambaşka bir söyleyişle aktardıkları şiirlerine ilham olan “mahpusluk” hayatı yaşarlar. Bu mahpusluk ikisinde de derin tahribatlara sebep olur ki, ikisi de tek kitap çıkartıp, bir süre sonra inzivaya çekilirler. Ahmed ARİF’in 1944-55 yılları arası çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri toplanıp 1968 yılında “Hasretinden Prangalar Eskittim” isimli kitaba dönüşecektir. M.Niyazi AKINCIOĞLU ise yaşarken “Haykırışlar” ( 1938 ) isimli kitabını görebilecektir. 1938 ile ölüm yılı olan 1979 yılına kadar çeşitli dergilerde yayımladıklarını ise kitap olarak göremeyecek, “Umut Şiirleri” isimli kitap 1985 yılı tarihini taşıyacaktır. Bu kitap şairin döneminin önemli yayınlarından olan Gün, İnsan, Pınar, Yeni Ses, Yeni Edebiyat, Yürüyüş gibi dergilerde yayımlanmış şiirlerinin bir araya toplanmasıyla oluşturulmuştur.
Öte yandan iki şairde hayata baktıkları pencere olan aynı ideolojik çizgide eserler vermekte, birisi yurdun batısından, Trakya’ dan seslenirken, diğeriyse doğusundan sözcüklerini uçurmaktadırlar.
1970’li yıllara gelindiğinde yeniden şiirlerini yukarıda adı geçen bazı dergilerde, bazen dostlarının ısrarlarıyla yayınlar AKINCIOĞLU. Ama artık çok hatırlanmamakta, 1940’larda kendisinden sonraki önemli şairleri etkilemiş şiir dilini yakalayamamaktadır. Eski şiirlerinin etkiyi yeniden bulmak için çok da üretim yapmaz. Bu umursamaz kabulleniş onun silkelenmesine engel olacaktır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi ikinci kitabı ölümünden sonra Umut Şiirleri ( Hacan Yayınları 1985 ) ismiyle basılacaktır.
Hayatını, her şeye küsmesini aslında bilerek ya da farkında olmadan “Hürriyet Kasidesi” şiirinin ilk dizelerinde başkalarına “ümit” dağıtarak anlatır AKINCIOĞLU.
“Söylesem söz olur / söylemesem dert.“
O dert ettikleriyle yaşamayı seçecektir. Maphusluktan sonraki hayatını Kırklareli’de Hükümet Meydanı’na bakan bürosunda avukatlık yaparak geçirmeyi tercih eder AKINCIOĞLU. Yaşı da ilerlemiştir. Hastalanır ve oğlunun da aynı hastanede görevli olması sebebiyle olsa gerek ( Dr. Tevfik Altan AKINCIOĞLU ) Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’ne yatar. Şairin üç çocuğundan en büyüğü olan Tevfik ALTAN aynı zamanda Sağlık Bakanlığı eski müsteşarlarındandır.
AKINCIOĞLU’ nun 1 Şubat 1979’ da sessiz sedasız hayata vedasını, kalemin güçlü ustaları olan birçok dostu bile bu tarihten çok sonra öğrenecektir.
Vefa en çok ipek kumaşa benzer. Ne yapsan ütü tutmaz!
İşte bu veda da öylesi bir veda olur. “Yiğit toprağına düşer” derler… Muharrem Niyazi AKINCIOĞLU da şiirlerinde bizi ruh iklimlerinde gezdirdiği Trakya’ ya, kendi ili olan Kırklareli’ ne gömülür.

ŞAİR,M.NİYAZİ AKINCIOĞLU ( 1919 - 1979)
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU'NUN ESERLERİ:
Haykırışlar (1938)
*
Umut Şiirleri (1985, tüm şiirleri, ölümünden sonra)

HAYKIRIŞLAR
BURSA, ANKARAKİTAPEVİ
1.BASIM
BASIM YILI:1938
*
UMUT ŞİİRLERİ
ANKARA, HACAN YAYINLARI
(ÖMER CAN)
1.BASIM, KASIM1986
KAPAK

*
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
''UMUT ŞİİRLERİ (Ölümünden sonra basılan ve tüm şiirlerinin yer aldığı kitabı)
SAYPA YAYINEVİ
2.BASKI
BASIM YILI: KASIM 1996
SAYFA SAYISI:192

NOT: M.NİYAZİ AKINCIOĞLU'nun üç çocuğu vardır; Tevfik Altan, Eflatun Cüneyt ve Zeynep.
Akıncıoğlu, kendisinin takma adı; EFLÂTUN Cüneyt adını oğluna vermiştir. Onun, cezaevi yıllarından sonra -şiirden- ayrı yaşadığını zannedenler belki de çok yanılıyordur.
*
MUHARREM NİYAZİ AKINCIOĞLU '' EFLATUN CÜNEYT '' MAHLASIYLA DA YAZMIŞTIR!
''Arif Damar, Eflatun Cüneyt adını da kullanan Niyazi Akıncıoğlu’yu usta bir ozan olarak anımsıyor: “Büyük bir şiir ustasını kaybettik. Hem de şiiri, ustalığı, büyüklüğü bilinmeden, duyulmadan...” (Niyazi Akıncıoğlu’nun ardında: 1940 Kuşağı’nın Halk Şiirinden Ustaca Yararlanan ‘Umut Şairi’). M. Niyazi Akıncıoğlu üzerine ayrıntılı, özgün görüşler öne sürüyor Arif Damar. Akıncıoğlu’yu, Arif Barikat adını kullandığı günlerden, yakından tanıyor. ''
***
''Arif Damar, Eflatun Cüneyt adını da kullanan Niyazi Akıncıoğlu’yu usta bir ozan olarak anımsıyor: “Büyük bir şiir ustasını kaybettik. Hem de şiiri, ustalığı, büyüklüğü bilinmeden, duyulmadan...” (Niyazi Akıncıoğlu’nun ardında: 1940 Kuşağı’nın Halk Şiirinden Ustaca Yararlanan ‘Umut Şairi’). M. Niyazi Akıncıoğlu üzerine ayrıntılı, özgün görüşler öne sürüyor Arif Damar. Akıncıoğlu’yu, Arif Barikat adını kullandığı günlerden, yakından tanıyor. ''
***
''Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Arif Damar’ın gözüyle der değil mi?), Oktay Rifat’a karşı çıkmış, kitabına ‘Gözlerinde Gökyüzü’ adını koymuş.” Sonra da benzerliklere değinmekle yetiniyor: “Sabahlara kadar bir ince yüzlü adam” E. Sander. “Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli” C. Süreya. “Ansızın bir göl Anadolu’dan” E. Sander. “Ansızın bir dolu beyaz kuş” E. Cansever. “FEDAİLER MANGASI” “Kırk Kuşağı Toplumcuları”na Attilâ İlhan “Fedailer Mangası” derdi. “Fedailer Mangası”nın genç gönüllüleri arasında Arif Damar’dan başka, Attilâ İlhan, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul da vardı. Arif Damar, Eflatun Cüneyt adını da kullanan Niyazi Akıncıoğlu’yu usta bir ozan olarak anımsıyor: “Büyük bir şiir ustasını kaybettik. Hem de şiiri, ustalığı, büyüklüğü bilinmeden, duyulmadan...” (Niyazi Akıncıoğlu’nun ardında: 1940 Kuşağı’nın Halk Şiirinden Ustaca Yararlanan ‘Umut Şairi’). M. Niyazi Akıncıoğlu üzerine ayrıntılı, özgün görüşler öne sürüyor Arif Damar. Akıncıoğlu’yu, Arif Barikat adını kullandığı günlerden, yakından tanıyor. Yazısına girişirken iki dizesini anımsatıyor: “Selamın geçiyor besbelli Yeşerdi telgraf direkleri.” (Bir küçük anı da benden: Özellikle “Edirne”, “Bursa” gibi şiirleriyle belleğime yerleşen Niyazi Akıncıoğlu, çağdaş şiir geleneğimizde, unutulmaması gereken bir ozandır. Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nde “Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği”nin sorumluluğunu yüklendiğim yıllarda oğlu Tevfik Akıncıoğlu’nu yanıma almıştım. İnsanlığıyla, cerrahi yeteneğiyle eksiksiz bir arkadaşla çalışmanın mutluluğunu paylaşmıştım). Arif Damar’ın edebiyata bakışında; acılar döneminden geçen bir yaşanmışlıktan, kendinden sonraki şiirin gücünü sezen bir birikimden, dili işleme hünerinin ne olduğunu bilen bir anlayıştan gelen ustalık var. O ustalık kolay kazanılmıyor; gerçek şiiri kavrayan bir “derin görü”ye ulaşmış onda. Bu yüzden, kendini öne çıkarmaya çalışan değersizlere karşı öfkeli. Hakkı yenmiş ozanlara arka çıkacak kadar iyi yürekli. Bir zamanlar üne kavuşup da kendini kullanıp duran, artık kendi yağıyla kavrulan ozanlara karşı küçümseyici. Arif Damar 65 yıldır edebiyatın içinde. “EDEBİYAT YAZILARI” hem Arif Damar’ı daha iyi anlamaya, hem edebiyat dünyamızın bilinmeyenlerini öğrenmeye doğru bir yolculuğa çağırıyor bizi. Bir ozanın hiçbir sözü yitip gitmemeli. Kendiyle çelişiyor görünse bile, ayrıntılarındaki gerçek, edebiyata çok yönlü bakmanın özelliği olarak kalacaktır. Arif Damar “Kedi Aklı”yla anlamı örtük bir şiire geçerken bile, toplumcu duyarlığa gizli bir göndermede bulunmayı unutmuyor. Edebiyatta “ahkam kesme”yi alışkanlık haline getiren, yabancı yazarların sözüyle yola çıkan, yukardan bakarak kendini önemseten yazarlara benzemez o! Yaşamanın içinden geçerken edebiyatı kendinde denemiş, yaşamasıyla bütünleştirmiş bir ozan. Değişimin gücüne inanmış. Uzun yaşamak bağışlamak anlamına gelebilir. Belki bağışlamak da bir çeşit öç almadır. Bu iş, yürek işidir. Çeliğe çifte su verilmiş gibi, acılar döneminden geçen Arif Damar’ın çatal yürek bir direnişle yaşamaya, edebiyata bakışındaki derinliği kavramaya çalışalım. Belki de sevi yetmezliğiydi onu yaşamaya bağlayan. Yazıyı Arif Damar’ın kısa bir şiiriyle bitirmek iyi olacak; “Ölüm kendi sessizliği herkesin Kendi sonsuzu Bir kapı Bir kez açılan kapanan.” Ⅲ Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: B ir ozanın alıştığı şiir anlayışından edebiyata bakması sakıncalı olabilir. O anlayışı geliştirmek istemiş, gerçek şiirin kendi yazdıklarında olduğuna inanmış, daha sonra gelişen şiirin ayrımına varamamış, alıştığı şiirle edebiyatın gelişeceğine inanmıştır. Her ozanın kendi şiirinden yola çıkarak bir şiirbilim oluşturmasını doğal saymak gerekir. Dahası, böyle bir şiirbilim anlayışının şiiri kavramayı kolaylaştıracağına inanılmasıdır. Yeter ki geliştirdiği şiirin edebiyatımızda saygın bir yeri olsun. Yahya Kemal Beyatlı, Orhan Veli’yi tanıdıktan sonra şiir anlayışının değiştiğini anlatır: “Ben eskiden tek bir türlü şiir yazılabileceğini sanırdım. Orhan Veli’yi tanıdıktan sonra başka türlü şiirler yazılabileceğini de anlamaya başladım.” Yahya Kemal gibi dize şiirine özen gösteren, dize yoğunluğunu şiirin bütünlüğü içinde değerlendiren bir ozanın Orhan Veli’yle gelen bağımsız şiiri kavraması, o şiirin düzencesini anlaması kolay değildir. Aslında kendi şiirini kuran bir ozanın kendinden sonra gelen şiiri öğrenmeye çalışması da kolay olmaz. Bunu şiirinin dokusuna alıştıran ozanlar da var. Onlar nice yeniliklere ışık tutan öncü ozanlardır. Oktay Rifat’ı bunların başında anabiliriz. Genelleme yapmak doğru olmasa da; belli bir şiiri aynı doğrultuda derinleştiren ozanlarla şiirini değiştiren, yeni arayışlara yönelen ozanları ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. grevi de anlatsa bireycidir” (1980 Sonrasında Türk Şiirine Bakış). “Sevişmek Özgürlüğü”, toplumcu duyarlığa inanan bir ozan için yadırganacak bir ilişki midir? A. Kadir “Çile” şiirinden şu üç diziye bir zamanlar çıkarmıştı: “Bizim hiçbir hürriyetimiz yok, hiçbir hürriyetimiz ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek!” Arif Damar’ın yorumu şöyle: “Günün koşulları şairi böyle bir otosansüre zorlayacak denli (Düşünce özgürlüğü yönünden) ağırdır.” BİLDİKLERİMİZ DE VAR, BİLMEDİKLERİMİZ DE Hasan Hüseyin’in “Ve Günlerden Pazardı” şiirini yorumlarken, “bileceksiniz” dediği ozanları yadırgıyor: “Çünkü şiirin işlevleri arasında değildir bu çeşit yergiler, eleştiriler.” Arif Damar “Ve günlerden Pazardı” şiirinde Fazıl Hüsnü, Ahmed Arif, Cemal Süreya gibi ünlü ozanların gizlice eleştirilmesini de yadırgıyor; “bu şairlerin değersizliklerini, kusurlarını, eksiklerini” düzyazılarında anlatmasının uygun düşeceğini belirtiyor. Bu yergi şiirini Hasan Hüseyin’in şiirindeki yetersizlikte buluyor: “Çok yazdı, şiirleri üstüne az çalıştı. Bir bakıma okurlarının yenilgisine uğradı.” (Şiirin işlevleri arasında yerginin de yeri yok mu? Nâzım Hikmet’in “Portreler”ini anımsayalım. Peyami Safa ile Yakup Kadri üzerine yazdıkları unutulmaz yergiler değil mi?) Arif Damar “Yaş 83” şiirinde İlhan Berk’e gönül bağı borcunu öderken Fazıl Hüsnü’ye sitem eder gibidir. Ama asıl “Yaş 35” diyen Cahit Sıtkı Tarancı’nın değiştirilen, kitabına girmeyen şiirlerine ilgimizi çekmektedir (HAYAL, NisanMayısHaziran, 2008). “Bir Şey” şiiri üzerine bir açıklama da benden gelsin. Arif Damar’ın alıntıladığı Tarancı dizelerinin doğrusu şöyle: “En yavuz evladı bu memleketin Nâzım ağabey hapislerde çürür.” Tarancı’nın bu şiiri Nâzım Hikmet’i üzmüştür. özellikle şiirin bir yerinde Tarancı diyordu ki: “Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuş Otur denmiş oracıkta oturmuş.” Nâzım Hikmet’in “Yatar Bursa Kalesinde” şiiri Cahit Sıtkı Tarancı’ya yanıt özelliği taşır: “Hapis ammâ, zincirlerini kırmış yatar, en âlâ mertebeye ermiş yatar, yatar Bursa kalesinde.” Tarancı’nın iyilik dolu yüreği böyle bir tepki beklemiyordu. Büyük ustaya saygısızlıkta bulunmak aklının kıyısından bile geçmiyordu. Yanlış yorumlar kırgınlıklara yol açabiliyordu. DİLİN İÇİNDEN Arif Damar şiire dilin içinden bakarken Metin Eloğlu’yu ilk keşfedenlerden biridir. Türkçenin inceliklerini iyi bilen Metin Eloğlu, Can Yücel’in önünü açan ozan olmuştur. “El”in “Oğlu” dediği Metin Eloğlu için Arif Damar’ın yorumuna inanmalıyız: “Düşünce, anlam, bildiri, ustası elinden tutmazsa şiirin baş düşmanıdır, doğru. Güçtür bunun hakkından gelmek, düşünceleriyle, duygularıyla kenetlenmemiş, kaynaşmamış kişilerin harcı değildir bu; pişmemişlerin işi değildir. Bu tutumda uzun yıllar şiirden başka şeyler okuduk. Unutulanlar unutulduysa sevgileri kof, yürekleri dayanıksız, işlerini önemsemedikleri içindir” (Metin Eloğlu “Hasanlı Eşik”te). Arif Damar genel çizgileriyle değil, ayrıntılarıyla görüyor edebiyatı. Şiirini kurmaya çalışan yeni bir ozanın ne gibi etkiler altında kaldığını gösteriyor. İmge benzeşmelerinden öte, söyleyiş biçimlerindeki yakınlığa ilgimizi çekiyor. Oktay Rifat şaşırtıcı imgelerle bakıyordu doğaya: “Tabağımda bir bulut Kadehimde gökyüzü.” Arif Damar, kitabın adından başlayarak genç ozanın ne gibi etkileşimler altında kaldığını gösteriyor: “Genç ozan Ergun Sander (Ergin San BİREYCİTOPLUMCU NİTELEMESİ Arif Damar gibi “40 Kuşağı Toplumcuları”ndan gelip de şiire yeni boyutlar kazandıran ozan pek yok gibidir. Ama o toplumcu şiiri de savsöz şiiri olarak kullanmadı. Böyle bir anlayıştan yola çıkınca şiirin değişik boyutlarını tanıması daha kolay oldu. Kendini yenilerken eski şiirine bir başka yorum getirmesini bildi. Böyle bir ozanın edebiyatı değerlendirmesi daha anlamlıdır. Edebiyata geniş açıdan bakmak insana görmeyi öğretir. Arif Damar; 1950’lerden bu yana edebiyata bakışını gösteren yazılarıyla, kendiyle yapılan söyleşilerle kişiliğini anlamamızı kolaylaştırıyor (EDEBİYAT YAZILARI, Hayal Yayınları, 2007). “Arif Damar gibi ‘40 Kuşağı Toplumcuları’ndan gelip de...” diye söze başladım. Bunu bör dönüş olarak yorumlamak gerekir. Enver Ercan’ın “bireycitoplumcu nitelemesi”yle ilgili sorusunu yanıtlarken, belirlediği durum, toplumcu şiire yönelenlerin ders alması gereken özellikler taşıyor: “Şairin kendisi önemli... Konumu, tavrı önemli... Şair toplumcuysa bireysel bir konudan da söz etse o şiir toplumcudur. Çünkü bakışı, söze döküşü, yansıtması toplumcudur. Bakışında toplumcu unsurlar yoksa SAYFA 32 MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 949''
*
EŞKİYA
Suyun başındaymış sözde
ama su yok orda.
Ahmet burda,
Mehmet burda,
ben burda.
Ahmet, Mehmet su değilse;
ben su değilsem
ne akar o olukta.
Kansa, irinse akan
ne arar o eşkiya
o koltukta?
ama su yok orda.
Ahmet burda,
Mehmet burda,
ben burda.
Ahmet, Mehmet su değilse;
ben su değilsem
ne akar o olukta.
Kansa, irinse akan
ne arar o eşkiya
o koltukta?
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
(Umut Şiirleri, kitabından)
*
*
EDİRNE
Bir yerde görürsen ki;
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne'desin.
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne'desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler'desin.
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler'desin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
"Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez"
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
"Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez"
Burda her şey
bakınır hüsnüne hayran
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhad-di vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur- okur akar.
Ve bihaber Yıldırım'da, bir evcikte
-akan sudan, uçan kuştan-
yeşil dut yaprağında
ak bir ipek böceği,
kozasını dokur dokur ölür.
bakınır hüsnüne hayran
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhad-di vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur- okur akar.
Ve bihaber Yıldırım'da, bir evcikte
-akan sudan, uçan kuştan-
yeşil dut yaprağında
ak bir ipek böceği,
kozasını dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası'nda.
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası'nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki aşk bölüp mehtâbı;
Kıyık'tan uçurulmuş.
salınır bahçeler içre kızlar ki:
nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
"Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan."
Ayırdın anamdan, hem kardaştan.
iki aşk bölüp mehtâbı;
Kıyık'tan uçurulmuş.
salınır bahçeler içre kızlar ki:
nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
"Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan."
Ayırdın anamdan, hem kardaştan.
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
Pınar, 1.9.1945
*
Ümit edebilriz!..
Ümit ettik diye biz de bir nöbet
Güneşe karşı işemiş olmayız elbet.
Ümit!..
O orta malı,
o kara toptakta kırık bir gül dalı
orospu kocası,
ümit o bîvefa dilber;
o herkesten çok bizim olan
bir vatan, bin cihan.
Küfredip anasına, avradına, babasına
öpüp kokladığım hürriyet.
Kelepçede bileklerimiz,
kelepçe arkadaşım,
ümit!..
Mazimiz lâfa tutulmuş
enkazı üzerinde
senin kolunda yürüyorum,
senin gözlerinde yeşeriyor
mev'ut meyvalarım
ve terkettiğin gün
ben, yaşamıyacağım.
M. NİYAZİ AKINCIOĞLU
(1953)
*
DEĞİL
Ben Allahım;
Yeri, göğü yedi günde yarattım.
Kitaplar, peygamberler indirdim,
İnsanlar üstüne,
Kırallar değil.
Kardeşler yarattım,
Düşmanlar değil.
Yeri, göğü yedi günde yarattım.
Kitaplar, peygamberler indirdim,
İnsanlar üstüne,
Kırallar değil.
Kardeşler yarattım,
Düşmanlar değil.
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
(Pazar Postası, 28.10.1951)
*
(Pazar Postası, 28.10.1951)
*
BURSA
Adını ilk defa
Yedibelâ Rasimin hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.
Bilek olursa
-Diyordu delikanlılar-
Nankör değildir Bursa hançerleri.
Ha!. demiye gör, dönmez geri.
Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.
Sonra büyüdüm,
Kartpostallarda resmini gördüm:
Gök mavi, zemin yeşildi.
Bir başka resimde:
Beş kurnalı şadırvan,
Şadırvan başında beş adam;
-Yeşil başlı ördekler gibi-
Beş yeşil sarıklı
Bursalı
Abdes alırken mürtesimdi.
Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.
Nihayet devran
Yolumu Bursaya düşürdü.
Üç aziz bahar,
-Bütün mevsimler dahil-
Üç uzun yıl,
Bursadan gayri cümle dünyada
Beni nâmevcut okudular.
Ve ben mektebinde okudum.
Bir rivayete göre adam oldum.
Bir rivayete göre kayboldum.
İkisi de ayni kapıya çıkar,
Mesele değil.
Mesele şu ki
Bursa eyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
"Bursa'da zaman,
Billûr bir avize, gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitmek haseti,
Yaşamak hasleti,
Dünya sevgisi;
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,
-Daha çok yatsı üstleri,
Yıldızlı gecelerde-
Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.
Zamanı evail kokuyor burcu burcu
Yaprak yaprak dökülüyor
İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.
Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;
Allahla konuşur müezzinleri,
Karşılıklı sâlâ verilir.
Bu saatte Bursa'dan
İki eli kanda olan insan,
Koltuk değneklerini unutan,
Dost elini kaybeden âma;
Ve herkes
Kaçıp gitmelidir.
Her şeye rağmen dünyayı
Dünyayı bilmelidir.
Bursa eyi, Bursa güzel.
Eminim ki ben bâsübadelmevt
Orda olurdu:
Yalan yazmasa kitap
Yıkılmasaydı mihrap!..
Yedibelâ Rasimin hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.
Bilek olursa
-Diyordu delikanlılar-
Nankör değildir Bursa hançerleri.
Ha!. demiye gör, dönmez geri.
Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.
Sonra büyüdüm,
Kartpostallarda resmini gördüm:
Gök mavi, zemin yeşildi.
Bir başka resimde:
Beş kurnalı şadırvan,
Şadırvan başında beş adam;
-Yeşil başlı ördekler gibi-
Beş yeşil sarıklı
Bursalı
Abdes alırken mürtesimdi.
Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.
Nihayet devran
Yolumu Bursaya düşürdü.
Üç aziz bahar,
-Bütün mevsimler dahil-
Üç uzun yıl,
Bursadan gayri cümle dünyada
Beni nâmevcut okudular.
Ve ben mektebinde okudum.
Bir rivayete göre adam oldum.
Bir rivayete göre kayboldum.
İkisi de ayni kapıya çıkar,
Mesele değil.
Mesele şu ki
Bursa eyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
"Bursa'da zaman,
Billûr bir avize, gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitmek haseti,
Yaşamak hasleti,
Dünya sevgisi;
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,
-Daha çok yatsı üstleri,
Yıldızlı gecelerde-
Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.
Zamanı evail kokuyor burcu burcu
Yaprak yaprak dökülüyor
İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.
Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;
Allahla konuşur müezzinleri,
Karşılıklı sâlâ verilir.
Bu saatte Bursa'dan
İki eli kanda olan insan,
Koltuk değneklerini unutan,
Dost elini kaybeden âma;
Ve herkes
Kaçıp gitmelidir.
Her şeye rağmen dünyayı
Dünyayı bilmelidir.
Bursa eyi, Bursa güzel.
Eminim ki ben bâsübadelmevt
Orda olurdu:
Yalan yazmasa kitap
Yıkılmasaydı mihrap!..
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
İnsan, Ağustos-1943
İnsan, Ağustos-1943
(Umut Şiirleri s.87-89)
*
AJANS
Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."
Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.
Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.
Döğüştüler ve öldüler.
Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.
Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!
ayakları kanıyor, yalnayak!
Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.
Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.
Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!
Yürüyüş, 9.1.1943
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
*
MARKOPAŞA
Azizim Markopaşa
yolumuz değil, işimiz düştü.
Dert yandık dinlemediler;
Markopaşaya gidin dediler,
Geldik yedi iklim öteden;
baş açık, bağır yanık,
yalnayak geldik.
yolumuz değil, işimiz düştü.
Dert yandık dinlemediler;
Markopaşaya gidin dediler,
Geldik yedi iklim öteden;
baş açık, bağır yanık,
yalnayak geldik.
Çok değil;
Bir arzuhallik derdimiz vardı:
Dostlar sulh istiyordu,
bizi üzen bahardı.
Bir arzuhallik derdimiz vardı:
Dostlar sulh istiyordu,
bizi üzen bahardı.
Dinlemediler;
beyler, efendiler
bizi sana gönderdiler.
Geldik yedi iklim öteden,
ocağına düştük:
Ne dersin Markopaşa
beyler, efendiler
bizi sana gönderdiler.
Geldik yedi iklim öteden,
ocağına düştük:
Ne dersin Markopaşa
M:NİYAZİ AKINCIOĞLU
Yeni SES, 1941
(Umut Şiirleri kitabından)
*
SELAM
Selamın geçiyor besbelli,
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.
Bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.
Ben deli-divane olsam,
çok mu görülür?..
çok mu görülür?..
M. NİYAZİ AKINCIOĞLU
(Umut Şiirleri kitabından)
(Umut Şiirleri kitabından)
*
YAĞMUR DUASI
Görünmez ellerin sağdığı bulut,
Yağmur ki Allaha bağlanan umut;
Ellerini göğe kaldır açık tut:
Yağmur ki Allaha bağlanan umut;
Ellerini göğe kaldır açık tut:
Tarlada çamur teknede hamur,
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ve bağrını toprak, avuçlarını el
Açıyor göklere; yağmur tek emel.
Ağlanmaz götürse yavruyu bir sel:
Açıyor göklere; yağmur tek emel.
Ağlanmaz götürse yavruyu bir sel:
Tarlada çamur teknede hamur,
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Çatlak dudaklarını ıslatmıyor kan,
Toprakta yangın var, toprakta volkan.
Allaha gönderilen elçi Kurban.
Toprakta yangın var, toprakta volkan.
Allaha gönderilen elçi Kurban.
Tarlada çamur teknede hamur,
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Sokak, 12.4.1940
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
*
KUŞ KANADINDAN
Halim selim değilim,
baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur dert olur halim;
ezbere mecnunum bazı çöllerde.
baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur dert olur halim;
ezbere mecnunum bazı çöllerde.
Kırılır kolum kanadım,
naçar kalırım türkülerde;
anasız babasız, öksüz kalırım.
Yeşil kurbağalar öter yeşil göllerde,
ben garip, perişan gurbet ellerde.
naçar kalırım türkülerde;
anasız babasız, öksüz kalırım.
Yeşil kurbağalar öter yeşil göllerde,
ben garip, perişan gurbet ellerde.
Gurbet eller yoldur:
bir ucunda tevellüdüm müjdelenir,
kara haberim gelir öbür ucundan;
ve her çeşme başında üçe ayrılır.
bir ucunda tevellüdüm müjdelenir,
kara haberim gelir öbür ucundan;
ve her çeşme başında üçe ayrılır.
Üç kardeşin en küçüğü ben avareye
kervan geçmez yollar salık verilir.
Gitmem demem.
kervan geçmez yollar salık verilir.
Gitmem demem.
Böyle yazmış yazan, aklı karalı
dere tepe, yokuş demem giderim.
Giderim de kanlı yaşlar dökerim,
akman demem, aksın varsın, silerim.
dere tepe, yokuş demem giderim.
Giderim de kanlı yaşlar dökerim,
akman demem, aksın varsın, silerim.
Elin olsun gül memeler arası,
meskenimdir benim hanlar, kahveler;
olmazsa, bahçeler, bağlar benimdir.
Benimdir ovalar, kartallar semti,
nerde akşam orda sabah ederim.
Yastıceğim taş olur,
"Altım toprak, üstüm yaprak"
ama gönlüm hoş olur.
meskenimdir benim hanlar, kahveler;
olmazsa, bahçeler, bağlar benimdir.
Benimdir ovalar, kartallar semti,
nerde akşam orda sabah ederim.
Yastıceğim taş olur,
"Altım toprak, üstüm yaprak"
ama gönlüm hoş olur.
Rumeli'nden bir türkü çalmayagörsün hele,
çıkmayagörsün Aliş Tuna Boyundan,
ilk kadehte sarhoşum.
İflah olmam artık, hekim kâr etmez,
efkârlanır içerim, içer efkârlanırım.
Komşu kızları mı, ölüm mü geçmez,
neler geçmez hatırımdan, bir ben bilirim.
Evvel ve ahir geçer,
Yunus-u biçare, Şair Nedim, sakiya,
ömrün tesellisidir; geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya.
çıkmayagörsün Aliş Tuna Boyundan,
ilk kadehte sarhoşum.
İflah olmam artık, hekim kâr etmez,
efkârlanır içerim, içer efkârlanırım.
Komşu kızları mı, ölüm mü geçmez,
neler geçmez hatırımdan, bir ben bilirim.
Evvel ve ahir geçer,
Yunus-u biçare, Şair Nedim, sakiya,
ömrün tesellisidir; geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya.
Unuturum da sonra garipliğimi,
heheyyt!...derim bir, kuşlar, ağaçlar!
Ve çıkarım dağlara.
Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?
İznim olmayınca yasak macera.
Selamım, baş üstüne,
Kavgam, dert-yaş üstüne,
mazlumun âhıdır başımda esen
gocunsun paşalar, beyler
alimallah komam taş-taş üstüne.
Ve döğünsün eller, eller;
Ayvaz'ımın perçemi düşmüş sol kaş üstüne.
heheyyt!...derim bir, kuşlar, ağaçlar!
Ve çıkarım dağlara.
Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?
İznim olmayınca yasak macera.
Selamım, baş üstüne,
Kavgam, dert-yaş üstüne,
mazlumun âhıdır başımda esen
gocunsun paşalar, beyler
alimallah komam taş-taş üstüne.
Ve döğünsün eller, eller;
Ayvaz'ımın perçemi düşmüş sol kaş üstüne.
Çok sürmez velakin bu saltanatım,
tüfek icat olur,
hasetinden kıratım,
ben arımdan ölürüm.
*
1916 Kurudere Köyü / Kırklareli - 1979 Kırklareli
tüfek icat olur,
hasetinden kıratım,
ben arımdan ölürüm.
*
Niyazi Akıncıoğlu

“Toplumcu 1940 Kuşağı” şairlerindendir. İstanbul
Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra avukatlık yaptı.
İnsan, Yürüyüş, Yeni Edebiyat, Ses gibi dergilerde
şiirleri yayımlandı. Halk şiiri geleneğinden yararlanan
toplumcu gerçekçi şiirleriyle ünlendi. 1952’de ceza
yasasının 142. maddesine aykırı eylemde bulunduğu
savıyla tutuklandıysa da beraat etti.
ŞİİR KİTAPLARI
Haykırışlar (1938), Umut Şiirleri (Yeni anlayışla
yazdığı tüm şiirleri, ölümünden sonra, 1985)
YAĞMUR DUASI
Görünmez ellerin sağdığı bulut,
Yağmur ki Allaha bağlanan umut;
Ellerini göğe kaldır açık tut:
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ve bağrını toprak, avuçlarını el
Açıyor göklere; yağmur tek emel.
Ağlanmaz götürse yavruyu bir sel:
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Çatlak dudaklarını ıslatmıyor kan,
Toprakta yangın var, toprakta volkan.
Allaha gönderilen elçi: Kurban.
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
(Umut Şiirleri)
*
İÇLENME
Dün;
hatırımda değil
belki geçen gün
turnalar geçti de bir garip oldum.
Soyunuverdi gönlüm,
yılları bir bir,
söğüt dalı atım kişnedi geldi.
Sonra yine ağır ağır büyüdüm,
mes'ut yalnızlığına erdim ömrümün.
Seni düşündüm;
bekâr yastığımın hararetini
sevdalı hürriyetimi düşündüm;
garipliğim ondandır.
Neydi o günler!
Sen yoktun, hasretin vardı;
sıla vardı, gurbet vardı.
Gün doğuyor,
Güneşi selâmlıyalım
kimi mahzun gözler üstüne;
kimi uykusuz sabahı bekleyen
hayata koşalım.
Fakat ölmek var kitapta,
dönmek yazmıyor.
(Umut Şiirleri)
NAĞME
I.
Seni nasıl unutabilirim,
Ekmeğim senden, suyum elinden
Bir kere sevmişim, yarim demişim;
Nasıl inkâr ederim, nasıl bir tanem.
Gün olmuş ağlamışım
Gülmüşüm, sevinmişim.
Elveda etmiş uykum
Omuz silkmişim;
Bir başka olmuşum senin yüzünden;
Nasıl inkâr ederim nasıl şahanem.
Terk edip evi-barkı
Şair olduğum doğru.
Ve doğru adına kadeh kırdığım
Gözüme aldığım cümle belâyı.
Kuşlara selâmım
Bulutlardan korkum
Yalan değildir.
Ve sebepsiz değildir:
Yürümem, oturmam
Kitap okumam...
Bekçilerle aram niçin süt-liman
Niçin yalnız gezerim korkmadan, utanmadan?
Muhtar da bilir, kâhya da bilir
Sevdalıyım ben ve güzelsin sen;
Nasıl inkâr ederim, nasıl Şaziyem!
*
MUTLUCA ŞİİR
Yeni doğmuş gibiyiz,
kitaplarımız, defterlerimiz yeni
Dünya eski bile olsa,
gün aynı günse de
bacamız tüter,
destilerimiz dolu.
Elden öğün beklenmez oldu,
beş parmağında beş hüner,
mutludur insanoğlu.
Evimiz-barkımız var,
alıştık lezzetine sofranın;
sütü yetiyor çocuklarıma
hoşnuduz, karımız var.
Ve dünya habersiz değildir bizden,
her taşın altında künyemiz yazar.
Suyu, söğüdü bizden
nehirler dolanır bizi ararlar;
eri, öğdülü bizden
ermeydanında bizi bilir, sorarlar.
Ve ben her allahın günü şairim;
dört mevsim, bahardır şiirlerimde.
Yağmur, renkli yağar,
gönlümce eser rüzgâr;
Çinimaçinden öte masal bilirim.
Kızları çeyizler gelin ederim,
Kırkgün-kırkgece düğünlerinde;
ve çocuklar büyür nar gürbüzlüğünde.
M.NİYAZİ AKINCIOĞLU
Seçilmiş Hikayeler, Sayı: 47 - 1955*

http://www.nadirkitap.com/adam-sanat-37-1988-niyazi-akincioglu-resim-yasamina-baslamak-kit-williams-pablo-neruda-nin-kanatlanisi-carlos-fuentes-necati-abaci-nin-portreleri-dergi5888150.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)