BURSA VE M.N.AKINCIOĞLU

EDEBİYAT (Bursa'da edebiyatın gelişimi)

http://bgc.org.tr/
http://bgc.org.tr/ansiklopedi/edebiyat-bursa-da-edebiyat%C4%B1n-gelisimi-.html
GİRİŞ
Türklerden önce
Bursa ve çevresinin, Anadolu'nun en eski yerleşim alanlarından olmasına karşın, yazılı tarih dönemine Mezopotamya ve Orta Anadolu'dan daha geç, yaklaşık olarak İÖ VII. ve VI. yüzyıllarda girmiş olabileceği kabul edilir. Günümüze kadar ulaşan en eski metinlerden Herodotos'un Hisforn'sında (İÖ V. yüzyıl), o çağda etkinlikleri yavaş yavaş artmaya başlamış olan Bithynlerden, Mys'leri yurtlarından kovan barbar bir topluluk olarak söz edilir. Herodotos'ta. Bursa ili sınırları içinde kalan yerlerden sadece Kios'un (Gemlik) adı geçer.
IÖ IV. yüzyılda bölgede güçlenmeye başlayan ve III. yüzyılda bir krallık olarak ortaya çıkan Bithynler, dillerini ve kültürlerini çözümlememize yeterli kalıt bırakmamışlardır. Batı Anadolu'nun o dönem kaynakları arasında 107 satır Phrigce ve 7 satır da Mysce yazıt bulunmasına karşın, Bithyn dilinde yazılmış bir kaynağa rastlanamamıştır.
Bursa bölgesinde Bithynlerin gelişinden önce Bebrykler, Mygdonlar ve günümüzdeki Uludağ'a adlarını verdiklerine göre (Olympos Mysios), hiç değilse Bursa ve batısında Mysler yurt tutmuşlardı. Yörenin eski yerleşikleriyle, bunları yurtlarından kovan Bithynlerin, ayrı dil yapıları olduğu da artık saptanmış bulunmaktadır. Bebıyklerden, baş tanrı Priapos ile kralları Amykos'tan ve Bithyn topluluğunun takviminde yer alan ay adı Bendidalos'tan başka sözcük kalmamıştır.
Bithyn'ler, yörede oldukça uzun süre egemenlik kurmuşlarsa da, kültür bakımından Önce Hellen, daha soma Latin etkisinde kalmışlardır. Nitekim bunlardan kalan çok sınırlı sayıdaki yazıtlarla mesafe taşlarında, Hellence ve Latince yazılar vardır.
Doğal olarak, bölgenin bu en eski dönemine ilişkin edebiyat örneklerinden söz edilemez. Ancak günümüze değin yaşamış bazı folklorik izler bulunduğu öne sürülebilir (örneğin Kılıç Kalkan Savaş Oyunu gibi).
Prusa (Bursa), Nikaia (İznik), Myrleia (Mudanya) ve Kios (Gemlik), bilim ve sanat yönleriyle, kaynaklarda ancak Roma döneminden sonra yer almaktadır. Bu dönemden adlan bilinen bilim ve sanat adamları arasında Nikaia'lı tarihçi Dion Kassios, filozof Asklepiodotos ve mim sanatçısı Philistion, Myrleialı dil uzmanı Asklepiades ile filozof Panaitios, Prusa'lı ünlü hatip Dion Khrysostomos ve hekim Asklepiades sayılabilir.
Ayrıca Roma'nın Bithynia valilerinden (prokonsül) Genç Plinius'un. imparator Traianus'a yazdığı mektuplar, bölgenin o çağdaki özelliklerini belirten edebiyat yapıtları olarak kabul edilebilir. Ünlü erotik taşlama Satirikoriun yazarı Caius Arbiter Petronius da bir süre Bithynia prokonsülü olarak görev yapmıştır.
Ne var ki Roma ve sonraki Bizans dönemle-rinden günümüze, bölgenin edebiyatına ışık tutacak yapıtlar kalmış değildir. Nikaia'da toplanan konsillerle ilgili metinler, bu bölgenin değil, topluca Roma ve Bizans dinsel edebiyatının kaynakları sayılabilir.
VII. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Arap - Bizans çatışmaları, iki tarafta da nitelik ve içerikleri bakımından birbirine ben-zeyen destanlar doğmasına yol açmıştır. Bunlardan İslâm dünyasında doğmuş olanların kahramanları Battal Gazi, sonra Ömer el-Akta ve Danişment Gazi'dir. Hıristiyan dünyasının destan kahramanı ise Digenes Akritas (Melez Akıncı) olup, Ömer el-Akta ile büyük benzerlik göstermektedir.
Bu destanlardan Seyyit Battal'a ait olanı, başta İznik olmak üzere Bursa yöresinde de canlılığını koruyabilmiştir. Arap - Bizans çatışmaları döneminden günümüze değin gelen bölgesel bir destan daha vardır: Abdülvahap Sancaktan Söylencesi (b. Bak.)
İznik'i kuşatan İslâm - Arap ordusunda yiğit bir sancaktar olduğuna inanılan Abdülvahapin, yazılı kaynağa dayanmayan, salt söylencesel nitelikteki öyküsü, dönemin edebiyat anlayışıyla uyumlu bir olağanüstülüğün anlatımı biçimindedir.

Türklerden sonra
XIV yüzyıl, Türk dilinin Anadolu'da etkinliğini giderek pekiştirdiği yüzyıldır. Bunda, Moğol saldırılarıyla başlayan kargaşanın yavaş yavaş dinginliğe dönüşmesinin ve Türkmen beylerinin bölgesel egemenlikler kurmalarının yanı sıra; özellikle Kuzeybatı Anadolu'da kurularak güçlenmeye başlayan Osmanlı beyliğinin "gazaya çağrı" politikasının önemli payı bulunmaktadır.
Osmanlı'nın. Bizans'ın içlerine doğru genişleyebilmek için en uygun konumda bulunması, Horasan'dan koparak Anadolu'ya gelen gezici dervişlerin, ahilerin, bu beyliğin topraklarında kümelenmelerine neden olan bir çekici güç, bir gaza ve fetih umudunu sürekli canlı tutmuştur. Özellikle Bursa'nın fethinde 'Abdalan-ı Rum" adı verilen bu gezici denişlerin önemli katkıları olduğuna inanılır ve onların olağanüstülüklerine ilişkin söylenceler kuşaktan kuşağa aktarılır (Bak. FETİH SÖYLENCELERİ).
Bu gezici denişlerin, abdalların, ahilerin... hepsi birer halk ozanı idiler. Dolaş-tıkları yörelerde, ya da konakladıkları yerlerde, Oıta Asya'dan taşıyıp getirdikleri Şa¬man gelenekleriyle, islâm öğretisi ve kültünün karmaşası niteliğindeki inançlarını yaymak için, arı bir dil ve yalın bir anlatımla konuşuyor, şiirler söylüyorlardı.
Öte yandan Bursa Osmanlı'nın "pâyi taht'i ve çepeçevre Hudavendigâr sancağı olmanın yanı sıra, sahip bulunduğu doğal güzelliklerinden ötürü de sanatsal etkinlikler için uygun ortam olmuştur. Ayrıca günümüze doğaldan yansımamış bulunsa bile, yöredeki İslâm öncesi kültürün de Bursa ve çevresinde edebiyatın gelişimini etkilemiş olmalıdır.
Türklerden sonra Bursa ve çevresinde edebiyatın gelişimi, başlıca iki boyutlu olarak ele alınabilir:
Bunlardan birincisi, yukarıda da kısaca değinildiği gibi Orta Asya'dan taşınıp getirilen "ozan/baksı" geleneğini ve yaşadığı üretim biçiminin ürünü olan kültürünü, İslâm'ın heterodoks öğretisiyle bezeyerek sürdüren "halk Edebiyatı" koludur.
İkincisi ise, zamanla Orta Asya geleneklerinden ve Türk dilinden uzaklaşarak, İslâm'ın iktidar ideolojileri doğrultusunda bilimde Arapçayı, edebiyatta Farsçayı yeğ tutan "Divan Edebiyatı" koludur.

HALK EDEBİYATI
Yöresel halk edebiyatının doğuşu Bursa ve çevresinde daha XIII. yüzyıldan itibaren Müslüman (Türk, Arap, Acem vb.) toplulukların yaşamaya başladıkları bilinmektedir. Bizans'ın giderek gerileyen siyasal ve ekonomik varlığının bıraktığı boşluğu dolduran Müslüman tüccarlarla göçebe Türkmen oymakları, eski yerleşiklerle, gerek anlaşmalı sınır boyu pazarlarında, gerekse başta Prusa (Bursa) ve Nikaia (İznik) olmak üzere önemli merkezlerin çevresinde bir kültür alışverişini başlatmış bulunuyorlardı. Böylelikle yörede Türk / Arap /Acem karışımı, ancak yerleşik toplumların var olan kültür birikiminden de etkilenen bir "kültür alaşımı"nın oluşması kaçınılmaz olmuştu.
Daha Bursa ve İznik'in fethinden Önce, Osmanlı'nın Söğüt ve Domaniç dolaylarında yurt tuttuğu ilk yıllarda, Uludağ'ın güney yamaçlarına yaslanmış konumdaki Keleş Kocayayla'nın, geleneksel halk edebiyatınm öncü merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Osmanlı'nın kuruluş yıllarının yaylağı ve gelecekte saray atlarıyla öteki hayvanlarının otlağı olan Kocayayla, yüzyıllar boyunca ozan/baksı geleneğinin sürdürüldüğü bir yer de olacaktır-Kocayayla, bu özelliğini çağdaş dönemde de sürdürmektedir.
Kültürlerin harman olduğu, birbirinden karşılıklı ve sürekli etkilendiği böyle bir bölgede, halk edebiyatının konulan arasında önemli yeri olan söylencesel nitelikli anlatımların da ortak yanlarının bulunması kaçınılmazdır. Nitekim kuşaklar boyu Emir Sultan'a yüklenilegelen "Asa suyu"nun çıkışı öyküsü, ya da Abdal Musa'nın, Geyikli Baha'nın uzun tahta kılıcı gibi aktarımlar, bölgede var olan alt kültürden önemli ölçüde etkilenmişliği açıkça ortaya koymaktadır.
Bursa ve çevresinde halk edebiyatının ilk temsilcilerini başlıca üç grupta inceleyebilmek olanaklıdır:

Alp erenler, âşıklar ve tekke şairleri.
Alp erenler
Bunlar, fetih ve gaza kapılarını açmak üzere batıya doğru ilerleyen, Orta Asya kam/şaman geleneklerinden yeterince arınamamış, islâm'ın heterodoks öğretilerini benimsemiş, arkalarında inanılması güç, doğaüstü olaylarla yüklü söylenceler bırakan gezgin denişler grubudur. Bunlar, Osmanlı akıncı geleneğinin manevî dayanağını da oluştururlar. Şiirlerinde veya söylenceleşen deyişlerinde, ağırlıkla, temsilcisi oldukları göçebe üretim biçiminin kültürünü yansıtırlar. Şiir de, dinsel inançlar da onların dilinde birer araçtır. Ne var ki bu grubun temsil ettiği halk edebiyatından günümüze örnek kalmamıştır. Aktarılanlar, büyük olasılıkla asıl özelliklerini yitirmiş, içeriği bozulmuş veya sonradan iktidar olan inançlara göre değiştirilmiş söylenceler halindedir.
Bunların dışında Alevi meclislerinde sürekli söylendiği için günümüze değin kalabilmiş, Abdal Musa'ya ait olduğu genellikle kabul gören oldukça bulanık birkaç dörtlük vardır. Abdal Musa bu dörtlüklerden birinde "Kırklar özüm bir tınıya koçtular" diyerek, çağının "kırklara karışmak" inancını dile getirmekte; bir başkasında da "Güvercin clonuykı Urum'a..." uçmaktan söz etmektedir.
Abdal Murat'tan, Geyikli Baba'dan ve başkalarından kalanlar ise, artık tümüyle inanılır olmaktan çıkmış söylencesel öykülerdir.
Bu gruptan olanlara "Alp erenler" denilirdi. Bunlar, insanlar ve inançlar arasında sevgi ve barışı savunmalarına karşın, sürekli olarak "gaza"ya çıkmayı, "feth"i özendirirlerdi. İnanç o ki, gazada en ön safta yer alır, öncülük eder, yol açarlardı gazilere.
O dönemlerden kalma ve ozanı bilinmeyen, ancak Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarının özlemlerini dile getirmesi bakımından, o dönemlerden veya o dönemlerin hemen sonrasından kaldığı sanılan (ama belki ele bazı değişikliklere uğramış bulunması olası) bir örnek:

KOŞMA
Gönül kerestesiyle bir
Yeni şehir ve Pazar yap
Zulmeyleme rençberlere
Her ne istersen var yap

Kurt olup gel gir suniye
Aslan ol bakma gerüye
Çar edüp haydi çerüye
Dil geçidini hisar yap

Eski Yenişehir barı
İnegöl'e dek hep varı
Kınıp geçirdim küffârı
Bursa 'yi da yık tekrar yap

İznik şehrine hor bakma
Sakaıya suyu gibi akma
İzniknıid'i de al bırakma
Her burcuna bir hisar yap

Osman Ertuğrul oğlusun
Oğuz Kayıhan neslisin
Hakkın bir kemter kulusun
İslambol'u aç gülzar yap

Âşıklar
Eski Orta Asya geleneklerini sürdüren. "kopuz" çalarak şiir söyleyen ozanlar, yukarıda da değinildiği gibi, uzun yıllar, hatta yüzyıllar boyunca her herde ve örneğin Kocayayla'da buluşarak atışmışlardır.
Ne var ki başlangıçta Saray'ın kapılarının ozanlara açık tutulmasına karşın, zamanla İslamcı kuralların ve Arap-Acem kültür bireşiminin ağır bastığı divan edebiyatı temsilcileri, bunların yerini almıştır. Bu durum karşısında ozanlar giderek tarikatlara kapılanmaya, birer "Pîr'in sazı - sözü olmaya başlamışlardır.
Süreç içinde ozan adı bırakılarak "Aşık" denildi bunlara. Öylelikle Korkut Ata'nın, Oğuznâme'nin geleneklerini taşıyan bir ozanlar kuşağı yavaş yavaş yok oldu. "Ozan" sözcüğü, "geveze" veya "herze yumurtlayan" anlamına kullanılmaya başlandı.
Bursa ve çevresindeki bu klasik "ozan / baksı" şiirinden, günümüze hemen hiçbir örnek kalmış değildir. Bunda, bu geleneğin yazı dışı olmasının etkisi de olmalıdır kuşkusuz.
Uludağ dergisinin Kasım - Aralık 1945 tarihli 74. sayısında "Bursa köylerinde unutulan gelenekler II - Dedeler" başlıklı yazısında, 7,eki Akpınar, "ozan/baksı" geleneğinin, hiç değilse yirmi yıl öncesine değin (yani 1920'li yıllarda) yaşamakta olduğunu belirtiyordu. Yazar, ozanların Saraydan atılmalarına ilişkin görüşünü, yazısında şöyle açıklamaktaydı:
"Şölenlerde 'baksı/ozan' dediğimiz ilk şairlerimizin önemli yerleri vardı. Hakanın bulunduğu törenlerde, onun huzurunda, bulunmadığı zaman halk arasında, bu ozanlar, dinî veya dinî olmayan nağmeler terennümle, hem bediî, hem de dinî yönlerden halkı tat-min ederlerdi.
İslâmiyettcn sonra Iranî şairlerin, Han'ın ve büyüklerin saraylarından attığı ozanlar, halk arasına girerek uzun asırlar boyunca, onun şiir ve musiki zevkini tatmin etmiş, hudut boylarındaki Mehmetçiğin şevkini artırmış, Türklüğü diyar diyar yaymış ve konımuştur."
Bu ozanlardan olduğuna inandığı, Keleş yöresinin "Sahan Baba" adlı "dede"si adına yapılan şölenlerin nasıl kaldırıldığını da, yazar, şöyle anlatıyordu:
"- Köye geldi, burayı çok sevdi, taassuptan uzak buldu, kâm aldı, kâm verdi ve ulu meşe, çam ağaçlarının altına seriliverdi [mezarını kastediyor].
Zavallıyı softalar burada bile rahat bırakmamışlar. Belen Veran [Belenören] köyünden Şakir Çavuş'un bana anlattığına göre, çeyrek asw kadar evvel Bursa'dan oraya Köse Hoca adlı biri gelmiş ve demiş ki:
- Dedeler kötüleri sevmez. Bu dede niçin çalgı çalınmasına, nişanlıların birbirlerini kovalamasına müsaade ediyor da, onları kahretmiyor?
- Dede hoşlanıyor, demişler.
- O halde bu dede zındıktır, böylelerine hayır yapmayın, demiş!
Köylüler de ondan sonra eğlenceyi bırakmışlar."
Ozan/baksı, âşık edebiyatının son dönemlere değin yazılı olmayışı, bu tür ürünlerden günümüze kalanların hem sayıca çok az, hem de oldukça karışık bir halde bulunması sonucunu doğurmuştur. Bu türün en özgün örneklerin^ XVII. yüzyılda yaşamış olan Bursalı Aşık Halil'de bulmak olanaklıdır. Bir de yaklaşık olarak bir yüzyıl sonra yine Bursa'da yaşayan Âşık Halil adlı ikinci bir ozanda.
Ne var ki, halk şiirinin yörelere, kentlere, köylere göre ayrımım yapabilmek, sınırını çizebilmek öyle pek olanaklı değildir. Örneğin doğanın güzelliklerini, sevgiyi, sevgiliyi, aşkı en lirik biçemde şiirleştiren Karacaoğlan'ın da sonradan bulunmuş bir Bursa güzellemesi vardır. Ünlü halkbilimci Cahit Oztelli'nin Milliyet yayınlarından 1970 yılında çıkan Karacaoğlan adlı derlemesinde yer verdiği bu şiir şöyle:

TÜRKÜ
Şu benim mekânım, benim yollarım
Aradım yuvayı, Bursa 'da buldum
Güzeller çok imiş, eğlendim kaldım
Kokar menevşesi, gülü Bursa 'nın

Hak'tan m'olur bu yerlerin yapısı
Evliya mekânı, murat kapısı
Aldı beni güzellerin kokusu
Kokar menevşesi, gülü Bursa 'nın

Hak nazar eylesin Pınarbaşı 'na
Cevher yağar toprağına taşma
Ulu camilerde kandil başına
Altın fener yanar, mumu Bursa'nın

Karacoğlan der ki insem bağına
Arkamı da verdim Keşiş Dağına
Yüzüm sürdüm ak gerdanın ağına
Kokar menevşesi, gülü Bursa 'nın

Âşıklara bir örnek de Âşık Halil'den:

TÜRKÜ
Kıvrılıp yassılan yollar
Garip midir bencileyin
Çağlayuben akan seller
Garip midir bencileyin

Gözden akan kanlı yaşlar
Yüreğim yaralı işler
Yuvadan ayrılan kuşlar
Garip midir bencileyin

Eğer gece eğer gündüz
Hep anınla eğleniriz
Gökyüzünde olan yıldız
Garip midir bencileyin

Çağlayuben akan seller
Her seherde esen yeller
Beyinden ayrılan kullar
Garip midir bencileyin

Halil eydür âna nişan
Yürekten kaynayıp coşan
Sevdiğinden ayrı düşen
Garip midir bencileyin

XVll. - XIX. yüzyıllarda yaşadığı bilinen ikinci Âşık Halil'in iki dörtlüğü de şöyle:
Ağlayu ağlayu geldim kapıma
Güzellik tahtına sultan olan yar
Bir hastayım düştüm senin tapuna
Hey âşık derdine lokman olan yâr

Der Halil kanımı şarap edersin
Yakıp ciğerimi kebap edersin
Böyle bir gün beni harap edersin
Be fitne-i âhır zaman olan yâr

Tekke şairleri
Bu grubu da, alp erenler gibi fetih ve gaza kapılarını açmak üzere batıya yönelen, göçebe üretim biçiminden yerleşikliğe geçerken tarikatlara bağlanarak tekke ve zaviyelerde tasavvuf edebiyatının kimi zaman seçkin örneklerini vermiş şairler oluşturmaktadır. Bunlar başlangıçta Yunus Emre'nin etkisinde olarak Bursa ve çevresinde yayılan, çoğunlukla bâtını (içrekçi) akımlara bağlanmış, düşünce ve inançlarını yaymakta şiirden de yararlanmaya çalışmış mutasavvıflardı. Hemen hepsi de kurdukları veya kapılandıkları tekke ve zaviyelerde, arı bir dil ve yalın bir anlatımla inançlarının propagandasını yapmakta idiler. Ancak zamanla îslâmî öğretiye bağlılıkları nedeniyle, dönemin bilim dili olan Arapçayı ve sanat dili olan Farsçayı benimsediler. Böylece şiirlerinde hem halkın anladığı dil olan Türkçeyi, hem de Arapça ve Farsçayı kullandılar; anız ölçüsünde yazdılar, söylediler.
Ancak Türkçe konuşan topluluklar içinde, o topluluklara yabancı olan Arapça ve Farsça ile tasavvufu anlatabilmeleri olanaksızdı. Bu nedenle hemen hepsi de Yunus Emre'ye öykünerek yalın bir anlatımla şiirler söylediler.
Bunlar arasında Somuncu Baba, Emir Sultan, Eşrefoğlu Rûmî, Abdürrahim Tırsî, Ümmî Sinan ve Üftade sayılabilir.
Somuncu Baba'dan bir örnek:
Senden dolu iki cihan
Oldum zuhurundan nihan
Ger bulmayan seni ayan
Ya Rab n'ola halüm benüm

Dilde kanaat olmaya
Züht ile taat olmaya
Senden hidayet olmaya
Ya Rab n'ola halüm benüm

Şol gün ki mizan kurula
Hak kapusunda durula
Halayık od'a sürüle
Ya Rab n'ola halüm benüm

Ağlarım işte zâr ile
Kaldım diriğ ağyar ile
Bitişmedim sen yâr ile
Ya Rab n'ola halüm benüm

Hamidî'nin gözü yaşı
Doludur dağ ile taşı
Bilmem nidem garip başı
Ya Rab n'ola halüm benüm

Emir Sultan'a ait olduğu öne sürülen aşağıdaki koşma da, dönemin tekke şiirinde duruluğun ve Türkçe kullanımının ne denli yaygın olduğunu kanıtlar niteliktedir.

KOŞMA
Gerçek âşıklara sala denildi
Dertli olan gelsin dermanı buldum
Ah ile vah ile cevlan ederken
Canımın içinde cânânı buldum

Akar gözlerimden yaş yerine kan
Çenece göriinmez gözüme cihan
Deryalar nûş edip kanmaz iken can
Aşıklar kandıran ummanı buldum

Âşıklar meydana doğru varırlar
Erenler cem olmuş verir alırlar
Cümle evliyalar divan dururlar
Cevâhir-bahş olan dükkânı buldum

Açılmış dükkânlar kunılmuş
Pazar Canlar mezad olmuş dellalda gezer
Oturmuş ümmetin berâtın yazar
Hak'ka mahbub olan sultânı buldum

Emir sultan der ne hoş pazar imiş
Aşıklar meydan edip gezer imiş
Cümlenin maksudu ol didâr imiş
Hak'ka karşı duran dîvânı buldum

Eşrefoğlu Abdullah Rûmî de, yalın tekke şiirinin özgün örneklerini vermiştir. Ondan Yunus Emre'yi çağrıştıran bir şiir:
Aşkın odu ciğerimi
Yakageldi yakagider
Garip başım bu sevdayı
Çekegeldi çekegider

Firkat kâr etti canıma
Gelsin âşıklar yanıma
Aşk zencirin dost boynuma
Takageldi takagider

Bülbül eder zâr ü efgan
Aşk oduna yandı bu can
Benim gönülcüğüm heman
Hak'tan geldi Hak'ka gider

Arifler durur sözüne
Gayri görünmez gözüne
Eşrefoğlu yâr yüzüne
Bakageldi bakagider

Eşrefoğlu Rûmî'nin anız kalıbıyla ve gazel tarzında söylediği bir şiiri:
Ezelden aşk oduna yana geldim
İçüp aşkın şerâbm kana geldim
Cüda düşmüş yârinden bir garibim
Visalin isteyu hicrana geldim

Şu bülbülüm ki gülden ayrı düştüm
Fiıakıyla bu hâristâna geldim
Kararım kalmadı bundan giderim
Bu suret mülküne mihmâna geldim

Benim Yusuf bugün Ken 'an ilinde
Beden Mısrindaki zindana geldim
Bugün bil dostu Eşrefoğlu Rûmî
Yarın dime ki vaah pişmana geldim

XV. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Abdürrahim Tirsî'de, hem Yunus Emre'nin, hem de Eşrefoğlu Abdullah Rûmî'nin izlerini görebilmek olanaklı. Onun yalın bir anlatım ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerine bir örnek:
Yücelerden döndüreyim Alçaklara gönül seni Alçaklardan alçaklara İndireyim gönül seni
Yürüyeyim yâne yâne Aşk odun urayım câne Bakmayayım mâsivâye Geçireyim gönül seni
Bursalı olduğu belirtilen, ama hakkında yeterli bilgi bulunmayan Ümmî Sinan'ın da, ilk dönem tekke şiirinin ustalarından olduğu aşağıdaki şiirinden anlaşılıyor:

KOŞMA
Erenlerin sohbeti
Ele giresi değil
İkrar ile gelenler
Mahrum kalası değil

İkrar gerek bir ere
Göz açıp Dîdar göre
Sanat gerek gevhere
Nadan hilesi değil

Bir pınarın başına
Bir testiyi koysalar
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil

Ümmî Sinan yol ayan
Oluptur belli beyan
Dervişlik yolu heman
Tâc ü hırkası değil

Üftâde Mehmet Muhyittin, Bursa'da tekke edebiyatının en tanınmış ve çağımıza yapıtları önemli ölçüde ulaşmış şairlerin-dendir. Şiirinden bir örnek:

Hakka âşık olanlar
Zikrullahtan kaçar mı?
Arif olan cevherin
Boş yerlere saçar mı?

Gelsün marifet olan
Yoktur sözümde yalan
Emmâreye kul olan
Hayr ü şerri seçer mi?

Gerçek bu söz yârenler
Gördüm demez görenler
Keramete erenler
Gizli sırrın açar mı?

Sen bir kovuk senisin
Hemen şöyle dunusun
Sen bir palaz yavrusun
Kuş kanatsız uçar mı?

Üftâde yanıp tüter
Bülbüller gibi öter
Dervişlere taş atan
iman ile uçar mı?

DİVAN EDEBİYATI
Divan edebiyatının özellikleri Divan edebiyatı bir seçkinler edebiyatıdır. Genellikle varlıklıların, siyasal ve ekonomik gücü ellerinde bulunduranların çevresinde yazılır, söylenir ve anlaşılır. Kullanılan dil Türkçe değildir, hatta Türkçenin dışında tek başına Farsça ve Arapça da değildir. Osmanlı şairleri arasında Divan edebiyatının dili, giderek halka daha da çok yabancılaşan bir karmaşa halindedir. Kimi zaman Türkçe sözcükleri Farsça veya Arapça takılarla türetmek, daha da ilginci Arapça ve Türkçe sözcüklerden Farsça izafet terkipleri yapmak, aruzun kalıplarına uyabilmek için "imâle" ve "zihafı bir tür sanat belirtisi olarak kullanmak... Bunlar, zamanla, Osmanlı Divan şairlerinin belirgin özellikleri haline gelmiştir.
Divan edebiyatında şairin ustalığını kanıtlayan sanat gösterileri olarak kabul edilen "teşbih", "istiare" ve "mecaz", "mübalağa", "cinas", "cinas-ı darbı", "taklip", "tevriye", "tenasüp" ve "iham-ı tenasüp", "tezat" ve "iham-ı tezat", "muamma" ve "lûgaz'ın, Osmanlı toplumunun seçkinleri dışında anlaşılır olduğunu ileri sürmek olanaklı olmasa gerektir.
Divan edebiyatına ilişkin ayrıntılı araştırmalarıyla tanınan ve bu konuda geniş hacimli yapıtlar vermiş bir edebiyat tarihçisi olan Agâh Sini Levend, Divan Edebiyatı adlı incelemesinin sonunda, bu edebiyatı şöyle bir genel çerçeve içine oturtur:
"Netice olarak şunu söylemek lâzımdır ki, Divan edebiyatı, serde yetiştirilmiş çiçekler gibi, hemen soluveıecek zannolunur; hakiki hayattan o kadar nasibi azdır. Fakat yaşadığı devr itibariyle, yine onun sadık bir aynası olduğu da muhakkaktır.
Bu edebiyatın en zayıf tarafı, beşerî [insanla ilgili] hisleri terennüm edecek genişlikten mahrum olması, insan ruhunun binbir çeşit kararsızlıklarını, ümitlerini, saadet ve ıstıraplarını tahlil ve ifade etmek hususunda kifayetsiz [yetersiz] kalmasıdır:
Bir 'bütün' güzelliğine malik olmayan bu edebiyatın kuvvetli tarafı ise, parça parça emsalsiz [benzersiz] güzellikleri içinde bulundurmasıdır. Divanları dolduran kaside ve gazeller içinde ne zarif, ne ince hayallere yol açan müstesna beyitler ve mısralar vardır."
Divan edebiyatında Bursa'nın yen Bursa ve çevresinin Divan edebiyatının gelişim sürecindeki yerini belirlemeye çalışırken, bu tüılin yapısını ve özelliklerini görmezden gelerek sonuca ulaşılamayacağı kuşkusuzdur. Bursa ve bir ölçüde İznik, Divan edebiyatının yükselişinde, ilkin Bursa ve sonra İznik'in saltanat merkezi oluşları sürecinde etkili olmuştur. Ancak Saray'ın Edirne'ye ve hele 1453'ten sonra İstanbul'a taşınması üzerine, bu edebiyatın merkezi Bursa ve İznik'ten uzaklaşmıştır. Öylelikle, Osmanlı'nın "makarr-ı saltanat"ı olan İstanbul, aynı zamanda "makarr-ı san'af'ı da olmuştur.
Ancak sonraki dönemlerde de Bursa ve İznik'te Divan edebiyatının bazı ustaları yetişmiştir. Bursa vefeyatnâmelerindeki şairlerin biyografilerini Bursa Şairleri adlı yapıtında toplayan Kadir Atlansoy, saltanat merkezinin İstanbul'a taşınmasından sonra da Bursa'nm şair yetiştiren kent olma özelliğini yitirmediğini, yapıtının önsözünde şöyle anlatmaktadır:
"Bursa, bugün Türkiye Cumhuriyetinin sayılı büyük kentlerinden biri olmasının yanı sıra, önde gelen bir kültür, sanat, ticaret ve turizm merkezidir.
Bütün bunların yanında, XW. yüzyd sonuna kadar Osmanlı Devleti'nin birinci; bu tarihten sonra İstanbul'un ardından ikinci sırada gelmek üzere, en çok şair yetiştiren şehir olması da edebiyat tarihi açısından Bursa 'nın sahip olduğu önemli bir özellik ve ayrıcalıktır."
Kadir Atlansoy, "sayılan yirmiyi aşan vefeyatnâme türündeki eserlerin hemen hemen neredeyse yarıdan fazlasının Bursa'yı mihver alması'na da özel olarak dikkat çekmektedir.
Ne var ki Divan edebiyatının genel niteliği gereği, XVI. yüzyıldan başlayarak Bursa'nıiî yeri ikincil olmuştur.

Bazı örnekler
Bursa'nın fethinden soma, Anadolu'nun bilim, sanat ve siyaset akımları, o zamana değin önemli merkez konumunu koruyan Kütahya'dan Bursa'ya kaymıştır. Bu değişimi kanıtlayan belirtiler, Ahmedî (öl. 1412) ve Şeyhî (öl. 1439) gibi dönemin iki usta şairinin Kütahya sarayından Bursa sarayına göçmeleridir.
Ahmedî, sanat gücüyle Osmanlı'nın ilk dönem Divan edebiyatının oluşmasında etkili olmuş bir şairdir. Şairin, Yıldırım sonrası Fetret devrinde, Süleyman Çelebi'ye kapılandığı dönemde yazdığı bir şiiri şöyle:

TERCİ-İ BEND
Getir sâkî şu yâkut-i revanı
Ne yâkut-revân kut-i revanı
Gönül âyinesi ruhun gıdası
Aristo mezhebince rüh-i sânı

Dimağın kuvveti aklın sefası
Mesîhâ milletinin tende canı
Düz ey mutrib nevâ-yı erganunu
Sür ey sâkî şerâb-ı erguvanı

Kayırma zahidi huşgün sözünden
Ki deyu bâde-nûş etmiş fulânı
Ye iş hoş geç ki sultan devridir bu
Şehenşâh Han Süleyman devridir bu.

Şeyhî de döneminin önemli şairlerinden biridir. Özellikle İznik dolaylarında olduğu sanılan ve kendisine "arpalık" olarak verilen Tokuzlar (veya Tokuzlu) köyüne giderken, arpalığın eski sahipleri tarafından dövülmesi üzerine yazılmış ünlü Harname'siyle ünlenen şairin bir gazeli şöyle:
Bulvar mevsimidir hemdem-i sabâ olalım
Gül ile dost kokusuyla âşinâ olalım

Çü devr-i lâledir ihlâs ile kadeh tutalım
Nitekim nergis olur mest-i bîriyâ olalım

Zamane sırrını ko gönce gibi serbeste
Çemen sefasına gül gibi dil-güşâ olalım

Cihan fütuhum Cem camdır demiş miftah
Gelin mülâzım-ı câm-ı cihannücâ olalım

Behar tevbeye Şeyhî cünun demiş âkil
Bugün muvafakat et erte parsa olalım

Kimilerince Bursa'da Divan edebiyatının bir bakıma ilk ve en büyük şairinin, aynı zamanda dönemin önemli devlet adamlarından Ahmet Paşa olduğu öne sürülmektedir. Gerçi o'nun sarayına kapılandığı Murat II de, "Murâdî" mahlasıyla şiirler yazan, hatta daha insancıl, abartısız ve yalın  bir şairdir.
Murat II dönemi (1421 -1451), Osmanlı'nın Anadolu ve Rumeli egemenliğinin pekiştiği bir süreci kapsar. Bu dönemde Sultan'a sunulan bir Muratnâme vardır ki, Osmanlı'nın varsıl ve egemen kesimlerinin "Türk"e bakış açısını belirlemesi açısından önem taşır, şöyle:

İşit Türk'ü dahi beyan ideyim
Hüner aybı ne var ıyan ideyim

Bularda rutubet terâvet olur
Zerafet yüzünden letafet olur

Güzelleri gayetle mahbubdur
Kim olursa mahbub gibi hubdur

Aybları odur ki hatırda künd
Olurlar dahi mest olunca tünd

Dahi key tekebbür ideğen olur
Tazallüm tecebbür ideğen olur

Bininde biri olmaz insaflu
Evet çok olurlar bular laflu

Hünerleri oldur kim bunlar şüca'
Olurlar irişti buna ıttıla'

Sonraki dönemlerde de birtakım Bursalı Divan şairleri, varsıl ve egemen kesimlerin Türk'e bakış açısını şiirlerinde sergilemişlerdir. Örneğin Bursalı Haşimî:

Daima engel düşerler çift olurken yâre ben
Görmedim Etrak-i bî-idrâke benzer çiftbozan

XV. şüzyılda Bursa'da yetişmiş Divan şairlerinden Cemâlî de şöyle diyor:

Bir gözü Tatar'a oklum ah esir-i nâtüvân
Oklu san dilmirgû bir Türk eline girmiş olan

Divan edebiyatı daha çok bir "söz sanatı" kabul edildiğinden, divan şairleri çoğunlukla, seçkin çevrelerin hoşuna gidebilecek nitelikte dizeler, beyitler ve dörtlükler söylemeye büyük önem ve özen göstermiş, "tasannû"ya (yapmacık, abartı) başvurmuşlardır. Ama kimileri de gerçekten yüzyıllar boyunca dillerden düşmeyen deyimler, anlamlı sözler, özdeyişler söylemişlerdir. Bunların arasında Bursalı divan ustaları da vardır.
Bunlardan birkaç örnek:
Ortalıkta in cin top oynamak üzerine Bursalı Hâşimî'den:
Çarsu açûmayup karlar yağar, bastı şitâ
Ortalık tenha kalup cinler lop oynar dâima

Ekmeğini taştan çıkarmak üzerine yine Bursalı Hâşimî'den:
Âkil isen rızk içün gerdûn-i dûna eyme ser
Asiyâb-âsâ )ürü, var ekmeğin taştan çıkar

Yaş yaşamış, gün görmüş olmak üzerine Cenânî'den:
Kani bir merdüm-i çeşmim gibi demler sürmüş
Şevk-i mihrinle senin yaş yaşamış, gün görmüş

Gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağı üzerine Talip'ten:
Dür olan gözden, gönülden dür olur bî-iştibah

Altın adını bakır etmek üzerine Bursalı Hâşimî'den:
Arz-ı dklâr idüp ol şuha didi mangıra bak
Altın adım bakır eyledi sûfî ahmak

Yine Hâşimî'den, yenecek aş kokusundan bellidir üzerine:
Kâkülün gösterme kocunmak nişandır güzel
Yinecek aş buğundan bellidür dirler mesel

Divan edebiyatının özdeyiş özelliğini kazanmış deyişleri arasında Bursalı divan şairlerine ait olanlardan birkaç örnek:

Bursalı Ahmet Paşa'dan:
Cemâlin sathasm açma rakibe
Önünde kâfirin Kuran yaraşmaz
Yârsız kalmış cihanda aybsız yâr isteyen

Bursalı Cenânî'den:
Dehr içinde kangi gün gördük ki akşam olmaya
Görmemek yeydür görüp divâne olmaktan seni

Talip'ten:
Çeşm-i insaf gibi âkile mizan olmaz Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz
Miyân-ı rast-gûyan-ı muhabbette yemin olmaz Bursalı Bâkî'den:
Alem-i fânide ancak marifet baki imiş Bâkiyâ baki değilsen gel bekaya talip ol

Tarikat ve Divan
Bursa ve çevresinde XX. yüzyıla gelinceye değin pek çok şair, Divan şiirinin kalıpları ve sanat anlayışı içinde şiirler yazdılar. Bunların önemlice bir bölümü, dinsel motifleri Divan'ın karmaşık biçemiyle işlemeye yöneldiler. Ne var ki Süleyman Çelebi'nin Mevlidi ve bazı ilâhiler dışında, hemen hiçbir tarikat adamı inancını yaymakta Divan şiirini etkin biçimde kullanamadı, bunda yeterince başarılı olamadı. Gerçi ulema arasında ve seçkin çevrelerde, Divan'ın tasannulu sanat anlayışı geçerliğini her zaman korudu. Ama halka iletilmek istenen mesajlarda tarikat ulularının seçtiği yol, arı dille, hece ölçülü ve yalın biçimde söylemek oldu. Hatta kimi tarikat uluları, bir yanda Arapça yapıtları ve Osmanlıca denilen karmaşık bir dilde yazdıkları şiirlerinden oluşmuş divanları ile bilim ve sanat değerlerini kanıtlamaya yönelirken; bir yandan da, halkın anlayacağı dille yazılmış ve öncekilere göre daha çok tutularak yaygınlaşmış şiirler, ilâhiler söylediler (Bak. TASAVVUF).

Önemli divan şairleri
Bursa ve çevresinde Divan edebiyatının yüzyıllar süren gelişimi içinde yer almış pek çok şair bulunmaktadır. Araştırmacı Kadir Atlansoy, Bursalı şairlerden 121 'inin yaşam öyküsüne ve şiirine vefeyatnâmeleri tarayarak hazırladığı eserinde yer vermektedir.
Bursalı Divan şairleri veya bu biçemi benimsemişler arasında, başlangıcından çağdaş döneme değin ürün vermiş ve vermekte olanların başlıcaları şunlardır:
Süleyman Çelebi (1351 [?] - 1422), Atâî / Ahî Çelebi (? - 1438), Muradı / Murat II (1402 - 1451), Ahmet Paşa (? - 1496/97), Gammî ( ? - 1497), Ahmed-i Dâî (XIV. / XV. yüzyıl), Cemâlî (XV. yüzyıl), Duâyî (XV. yüzyıl), Nakkaş Safi (XV. yüzyıl), Kutbî Çelebi (XV. yüzyıl), Lamiî (1472 - 1532), Gazalî / Deli birader ( ? - 1535), Derûnî ( ? -1535), Bursalı Rahmî ( 1514 - 1567), Cenânî (? - 1595), Bursalı Ulvî (XVI. yüzyıl), LenVî (XVI. yüzyıl), Celilî (XVI. yüzyıl), Cünûnî Ahmet Dede ( ? - 1620), Kaniî ( ? -1644), Selîsî / Baldırzâde Mehmet Efendi ( ? - 1650), Resmî ( ? - 1666), Arif Çelebi (? - 1677), Bursevî (? ~ 1679), Sebzî Mehmet Efendi ( ? - 1679), Nâzik Abdullah Elendi ( ? - 1686), Niyazi Mısrî (1618 - 1694), Talip ( ? - 1707), Emini ( ? - 1718), İsmail Hakkı Bursevî (1652 - 1728), ismail Beliğ (1668 - 1729), Hasip Ahmet Efendi ( ? -1752), Abdülkadir Necip Efendi (1703 -1787), Bursalı Hatif (XVIII. yüzyıl), İffet Mehmet Efendi ( ? - 1842), Zâik Efendi (1793 - 1852), Eşref Paşa (1819 - 1894), Senin (1822 - 1900), Hilmi Istepan Efendi (1865 - ?), Mehmet Şemsettin Efendi (1867-1936), Şâdî (1917 - ? ).
Cumhuriyet'ten sonraki dönemde zaman zaman Dr. Ziya Kaya (1891 - 1953), Haşim Nezihi Okay (1909 - 1998) ve en son Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu (1929) vb. şairler, Divan şiiri ölçüleriyle ve biçeminde ürünler vermeyi sürdürdüler.
(Bak. Her şair için ilgili madde, MİYAHİYE, ŞEHRENGÎZ)

Düzyazı ustaları
Divan edebiyatının geçerli bir edebiyat biçemi olduğu yüzyıllar boyunca, gerek Bursa'da doğarak yetişen, gerekse yapıtlarını Bursa'da veren, öylelikle hem ülke, hem de yöre kültürüne katkılar sağlayan düzyazı ustalarının önemlileri ve yapıtları şunlardır:
Molla Şemsettin Fenârî (1350 - 1430): Emmüzecü'l-Ulûm [Bilimlerin Örneği], Hü-sulü'l-Dedâî fi Usulü'l-Şerâyî [Şeriat Usulünde Yenilikler Yapılması).
Mevlânâ Muslihittin bin Yusuf (öl. 1487): Tehafüt.
Tursun Bey (XV. yüzyıl): Tarih-i Ebü'l-Feth.
Mehmet Neşrî (öl. 1520): Cihannümâ veya Tevâvih-i Al-i Osman.
Aynı zamanda şair olan Gazali / Deli Birader (öl. 1513): Farsça Letâifve Arapça Mir'atü'l-Kâinat.
Bursalı olduğu da öne sürülen Aşık Mehmet Çelebi (1518- 1553): Tezkiret-eş Şuara ve Meşair ez-Zuvefa fi Kavaid-i Edeh el-Küttab Minel Fuzelâ.
Kınahzâde Hasan Çelebi (1546 - 1504): Tezkiret eş-Şuara.
Baldırzâde Mehmet (öl. 1650): Tarih-i Vefey at veya Ve fey at.
Ali bin Mehmet (öl. 1651): Misbahirl-Kulüb.
ismail Hakkı Bursevî (1652 - 1728): Rû-hü'l-Deyan (Kur'an tefsiri, 3 cilt), Rûhü'l-Mesnevî, Kitabü'n-Necat, Şerh-i Erbain, Tuhfe-i Haliliye ve sayıları yüzü aşkın yapıt.
Beliğ İsmail (1668 - 1728): Baldırzâde'nin yapıtına ek olarak 450 biyografi içeren Güldeste-i Riyâz-ı İrfan ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân ve Nuhbetü 'l-Asâr li Zeyl-i Zübdelü'l-Eş'ar:
Cizyedarzâde Ahmet Bahsettin (1741-1794): Salihiye.
Mehmet Şemsettin Ulusoy (1867 -1936): Pek çok yapıtının yanında asıl önemli olanı Yâdigâr-ı Şemsî adlı yapıtı, Uludağ Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Mustafa Kara ve Kadir Atlansoy tarafından Dursa Dergâhları adıyla 1998'de yeniden yayımlandı.
Bunların dışında XVIII. yüzyılda Bursa'da yaşamış Hasan Esirî'nin bir tarih-coğrafya kitabı, Müminzâde Ahmet Hasip Efendi'nin Silkü'l-I.a'al, Eşrefzâde Ahmet Ziyaettin'in (öl. 1784) Gülzâr-ı Selehâ Vefeyât-l Urefâ adlı yapıtları da bu dönem edebiyatının önemli düzyazı örnekleri arasında sayılabilir.
(Bak. Adı geçenlerle ilgili maddeler)

BURSA'DA EDEBİYATIN GEÇİŞ DÖNEMİ
(XEK. yüzyıldan XX. yüzyıla)
Ahmet Vefik Paşa'nın Hudavendigar Valisi olarak Bursa'ya gelişi, yalnız bayındırlık alanında değil, kentin kültür yaşamında da önemlice bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. Paşa'nın tiyatro sanatı alanında gerçekleştirdiği atılımlar, Bursa'da durağanlığa dönüşmüş, hatta bağnazca bir dinselliğe bürünmüş edebiyat sanatında yeni bir akımın güçlenmesine hız kazandırmıştır.
Bu yenilikçi akımın basılı belgeleri, Feraizcizade Mehmed Şakir'in 1887 yılından itibaren kendi basımevinde hazırlayarak yayımladığı Nilüfer dergisi ile, bunun kapanışından sonra 1894'de ilk sayısını yayımladığı Gündoğdu dergisidir.
Nilüfer, o zamana değin Bursa'nın görmediği, alışmadığı bir edebiyat olayı; bir bakıma bağnazca dinselliğe ve Arap-Acem öykünmeciligine karşı ilk başkaldırı eylemidir. Feraizcizade'nin Ahmet Vefik Paşa'nın valilik görevinden alınışını izleyen ilk yıl sonunda 1883'de kurduğu basımevinde hazırlayarak, yalnızca abonelerine dağıttığı bu sanat edebiyat dergisinin kapağında:
Âfitâb-ı marifetten feyz alır Nilüferim Vird-i irfan isteyen bir deste alsın elverir
dizeleri yazılıydı. İkinci sayfadaki Mukaddime'de (önsöz) ise, Feraizcizade dergiyi, "Maaşından artırdığı birkaç kuruşu mülke yatırmak yerine, derece-i maarife hizmet etmek ve dünya ve ahrete yarar eserler neşreylemek suretiyle ibraz ve ifâdan ibaret olan düşüncesi için" çıkardığını yazmaktaydı.
Feraizcizade'nin yaşadığı XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı toplumu açısından önemli dönüşümlerin gerçekleşmeye başladığı bir süreci kapsamaktadır. Bu sürecin düşün ve sanat adamları, geçmiş kuşaklardan devralmış oldukları değer yargılarını,
Batı'nın (benimseme zorunluluğunu duydukları) yeni değerleriyle uzlaştırma arayışına yönelmişlerdir. Bir bakıma zorunlu idiler buna... Nitekim bu kuşak aydınları akılcı ve gerçekçi bir yaklaşımla toplumsal sorunlara eğilirken, yeniliklerin kabul edilerek yaygınlaştırılabilmesi için edebiyatı, daha çok düşün planında uygulamışlardır.
Feraizcizade'nin Kak Yalan Köse ve Yalan Tükendi adlı oyunlarını yayıma hazırlayan Dr. Nevin Önberk, bu durumu şöyle anlatıyor:
Feraizcizade'nin tiyatro yapıtlarına değgin ayrıntılı açıklamalar için (Bak. TİYATRO). Burada yalnızca, yazarın tiyatro dalındaki yapıtlarının da, çağının alışılagelmiş kalıplarının dışında olduğunu belirtmekle yetinilecektir.
Ferâizcizâde için XIX. yüzyılın yarılarında doğan bir yenilikçi edebiyat akımının, "Tanzimat Fdebiyatı'nınBursa'daki tek temsilcisidir de denilebilir. Metin And, onun tiyatro sanatımızın gelişimindeki yerini belirlerken, "Tanzimat Moliere"i tanımlamasını uygun bulmaktadır.
Tanzimat Fdebiyatı'nın tiyatro alanında olduğu kadar Türk dili ve tarihi alanında da önemli çalışmalar yapmış, bilimsel anlamda Türk Ülusçuluğu'nun ortaya çıkmasında önder olmuş kişileri arasında saygın bir yeri olan Ahmet Vefik Paşa'nın Hudavendigâr Vilâyeti valiliği; çok dar ölçüler içinde de olsa, Türkçülük ve Türkçecilik atomlarının temsilcisi konumunda bulunan Feraizcizade'nin düşün yapısının oluşumunu etkilemiş olmalıdır.
Feraizcizade'nin çağdaşı olan Halil Edip (Bursa 1862-İstanbul 1911) ise, eğitimini tamamladıktan sonra yaşamının büyük bölümünü İstanbul'da geçirmiş ve yenileşme akımlarına karşıt bir eskiye yöneliş tavrı içinde Muallim Naci'nin yanında yer almıştır. Yabancı dil bilmesi nedeniyle Ecnebi Mektepler Müfettişliğinde, Galatasaray ve Darüşşafaka sultanilerinde öğretmenlik yapan Halil Edip Bey'in Fransızcadan çevirileri de vardır. Özellikle Alexandr Dumas Fils'ten, La-martine'den, Eugene Sue ve Xavier de Montepin'den yaptığı çevirilerle tanınan sanatçının Bursa'daki dönüşüme doğaldan bir katkısı olduğu düşünülemez.
Yine bu dönemde Ferâizcizâde ile birlikte "Tiyatro Muhipleri Encümenr'nde yer alan, Bursa'daki Fransız Konsolosu François Gregoir Baille, özellikle klasik Türk-İslâm sanatının tutkunu idi. Bursa'da sanatçılarla bir arada ve bir bakıma onların destekleyicisi olarak uzun yıllar yaşamıştır. Edebiyatımızda önemli bir yeri olan Ahmet Haşim'in Guvebahane-i Lâklâkan adlı yapıtının ilk yazısı M. Baille'in köşkünden ve onun Türk-lslâm sanatına olan yakınlığıyla, bu sanata bakış açısından söz etmektedir.
Guıebahane-i Lâklâkan (Leylekler Gariphanesi) bu yaşlı Fransızm Selçukhatun Mahallesi Hamam Sokağı'nda bulunan köşkünün bahçesinde yaralı leylekler için düzenlediği özel bir köşe idi. Ahmet Haşim'in büyük bir ustalıkla anlattığı o benzersiz sanat yapıtlarından günümüzde hemen hemen hiçbiri yoktur. Köşk ve Gurebahane-i Lâklâkan da tarihe karışmıştır (Bak. GUREBAHANE-Î LÂKLÂKAN).
Sonraki dönemde Servet-i Fünun dergisinin çevresinde doğarak gelişen "Edebi-yat-ı Cedide" (Yeni Edebiyat) akımının Bursa'yı etkilemediği herhalde söylenemez. Eski bir asker olan Bursalı Tabir Bey (186l-1926), bu dönemde önde gelen Türk tarihi araştırmacıları arasında yer almaktadır. Bursalı Tabir Bey'in "Türkçülük" akımına katkısı bir biyografi ve bibliyografi uzmanı niteliği ile olmuştur. O, tarihteki Türk büyüklerini, hatta ona gelinceye değin Türk oldukları bilinmeyen Farabî, İbn-i Sina, Buharı ve Gevheri gibi İslâm bilim adamlarının Türk olduklarını ilk kez açıklayan kişidir. Yapıtları arasında en önemlileri Türklerin Ulum ve Fünuna Hizmetleri (Türklerin Bilim ve Fenlere Hizmetleri) ve üç ciltlik Osmanlı Müellifleri adlı olanlarıdır. Bu sonuncu yapıtı 1914'te İstanbul'da yayımlanmıştır.
Servet-i Fünun'cular arasında yer alan Süleyman Nazif in 1897 yılında Bursa'da vilâyet mektupçusu olarak "ikamete memur"
edilmesiyle, kentteki edebiyat yaşamının renklendiği söylenebilir. Bu değerli edebiyatçı, o zamanki Vilayet Matbaası'nın başına getirilmiş, burada basılmakta olan Hüdavendigâr gazetesinde yazmaya başlamıştır.Süleyman Nazif'in Bursa'daki zorunlu kalışı 1908 Devrimi'ne değin sürmüştür. Bu döneminin ürünlerinden biri şu şiiridir:

ŞANTÖZ
Münkesti, müşteki sedâsında
Çırpınır bir cerihası ömrün;
Nagamat-i tarab-fezâsında
Muhtefidir enin-i ye'si bütün

Ağlıyor kalbi gülmek isterken
Sararan çehresi sefaletle
Sen fakat ey hatibe-i şîvam
Bu sü-kut-i tahassüsü dinle.

Şimdi herkes seninle müstağrak;
Bir dakika sen eyleyince sükût
Birçok alkış sedası çağlayarak
Dökülür sah-ne-i mehâretine;

Ta'ziyet say bunu felâketine,
Bu gece derdini bununla^ uyut!..

(1898)1909'da İstanbul'da "Fecr-i Âtî" adıyla yeni bir edebiyat akımı doğmuştu. Bu akımın da, ortamın yeterince elverişli olmamasına karşın, Bursa'daki edebiyat çevrelerini etkilediği kuşkusuzdur. Örneğin Bursa'ya bağlı Yenişehir'de 1877'de doğan, dönemine göre iyi bir eğitim gördükten soma Ziraat Bankası'na girerek müfettişliğe dek yükselen Hamdi Bey'in, hem Ede-biyat-ı Cedide'den, hem de Fecr-i Atî'cilerden etkilendiği kuşkusuzdur. Ona gelinceye değin dinsel temaların veya Divan edebiyatının şuurları dışına çıkılmazken; Hamdi Bey, divan edebiyatından örnekler verdiği gibi, döneminin yeni edebiyat akımlarından etkilendiği açıkça belli olan şiirler de yazmıştır.Bunlardan biri olan Şeb-i Deycûr'dn [Simsiyah Gece], şairin Fecr-i Âtî'cilerden esinlendiği (özellikle Ahmet Haşim'den) anlaşılıyor : 
ŞEB-İ DEYCÛR-
Bir çehre-i mehâbet-nümûd kim
Eyler kulüb-i sâkineyi garka-i hıras
Bir perdedir o vech-i kesâfet-füzûd kim
Etmez uyûn-ı âleme hiçbir cihet temas
Âzâde hay ü hûy-i beşerden bütün cihan
Aks-i sedayı gayb ile dikkat-fezâ zemin
Encüm bütün revâk-ı felekte ziyâ-teşan
Bakmakta kendi âlemi¬ne arş-ı pür-tanin
Yekser garik-i hâb ü ha¬yalet zevi-i-hayat
Hep nıMarın süradıkı mâ¬nâya per-güşâ
Çmlar tanin-i hayret ile gûş-i kâinat
Aks eyledikçe zemzeme-i âlem-i se-nâ.
Seyret şu kâr-gâhm acib inkısâmını
Gün-ler bu zindegâne safa bahş-i iştigal
İbzal edüp esir-i letafet kıvammı
Rûhâniyâne me'men olursine-i leyal
Erbâb-ı ibtisâre şu bir leyle-i siyah
Serper şua-i feyzini mişkat-ı hikmetin
Şol perdeden serâirini gösterir ilâh
Ta'zif edüp nüfuzunu enzâr-ı ibretin

Ne var ki Bursa'da edebiyatın bu geçiş ve dönüşüm döneminden, günümüze yeterince kaynak kalmış değildir. Bunda Bursa'nın, o dönemin koşullarında, edebiyatta yenileşme akımlarına oldukça sapa bir konumda bulunuşu yanında; öteden beri etkinliğini sürdüren ve hatta gelenekselleşen dinsel temelli medrese kültürünün engelleyici tavrının da önemli payı olmalıdır. Ancak yenileşmeyi ve gelişmeyi engelleyici ortam ve koşullara karşın, çağının kimi genç şair ve yazarları, özellikle savaşların etkili olduğu bir arayış içinde kendi kendilerini yenilemeye yönelmişlerdir. Bunların arasında Dr. Ziya Kaya (1891-1953) en başta anılmaya değer. Gemlik Umurbey doğumlu olan Dr. Ziya Kaya, İttihat ve Terakkinin Bursa Şubesi kurucuları arasında bulunmuş; doktor yüzbaşı olarak Balkan ve Bilinci Dünya Savaşı'nda görev almıştır. Bir ara İşbirlikçi Damad Ferid Hükümeti'nce Bekirağa Bölüğü'ne kapatılarak Divan'ı Ilarb-i Örfi'de yargılanmış; daha sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır. Kurtuluştan sonra Gemlik'te uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış, sosyal ve siyasal etkinliklerde bulunmuştur. Hece ölçüsü ve arı bir dille, sevgi ve yurtseverlik şiirleri yazmış, sonraları sürrealist şiire yönelerek ilginç yapıtlar vermiştir. 1942'de yazdığı Deccal adlı şiirinde, Hitler'i "Bavyem dağlarından inen canavar"diye nitelendirmiştir. Yollar ve lzleıil92S), Keloğlan (1938) ve sürrealist şiirlerini topladığı Dhama (1946) adlı şiir kitapları yayımlanmıştır.Şi-irlerinden bazıları:
ANNEME
Geceler gözüme girmiyor uyku
Bilmem ki orada hayatta mısın?
Sıkıyor kalbimi bir acı duygu
Evlâdım diyerek feryatda mısın?
Keşki sen bu kadar hülyası derin
Bir evlat annesi bulunmasaydın
Her gece rüyama girip "NerdesinEvladım?" diyerek yolunmasaydın.
Ne zaman saracak beyaz saçların
Oğlunun mihnetli başını anne?
Rüyâma damladı gözünden yaşın
Coşturdu gözümün yaşını anne.

ÇİFTÇİ
Başımıza tac oldu sabanının demiri
Ey toprak ikliminin saltanatsız emiri
Ey çiftiyle toprağın kara bağrını yırtan
Ey alnının terinden kanunıza kan katan
Aziz çiftçi emeğin en şerefli bir emek
Hakkındır bize karşı "efendiniz ben" demek.
Hayda öküzlerini, haykır yanık Türkünü
Kara toprak giyince yarın beyaz kürkünü
Kaygısız, kasavetsiz otur ocak başına
Emeğin gururunu kat gündelik aşma

Aruz ölçüleriyle yazılmış bir şiiri de şöyle:

MEHTAB VE SEN
Yine senden medet vefa umdum.
Aynı kindar zehirli göllerde
Kimsesiz bi-nihaye çöllerde,
Yaşayan bir çiçek miydim soldum?

CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyet'in ilk elli yılında Bursa ve bir ölçüde de İznik, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında sahip oldukları siyasal ve ekonomik üstünlüklerini, önce Edirne ile paylaşmak zorunda kalmış; İstanbul'un fethinden sonra ise, bu üç kent de, hem ekonomik ve siyasal üstünlüklerini, hem de imparatorluk çapında sanat merkezleri olma konumlarını yitirmişlerdir.
XVI. yüzyıldan sonra Bursa (ve bir süre daha iznik), Divan edebiyatının geliştiği değil, bazı Divan şairlerinin ve düzyazı ustalarının görevle veya cezalandırılmak amacıyla süreli olarak gönderildikleri yerler olmuşlardır. Tersine, Bursa'dan yetişen Divan ustaları kapılanacakları konakları artık İstanbul'da aramaya başlamışlar; birkaçı dışında Bursa üzerine şiirler söyleme, yazılar yazma gereğini duymamışlardır.
Bursa ve çevresi, Cumhuriyet Dönemi'ne gelinceye değin, sanat ve o arada edebiyat alanında, giderek etkilerini artıran bir tarikat bağlantısının sınırları içinde kalmıştır. Öyle ki, Osmanlı edebiyatının yenileşme çabalarına bile, Bursa ve çevresinden yeterli bir katılım söz konusu edilemez, denilebilir.
Cumhuriyet'ten sonra, ülke genelinde etkili olan edebiyat akımlarının Bursa'ya da yansıdığı, yörenin sanatçılarının bu akımlar doğrultusunda yapıtlar verdikleri görülmektedir. Ne var ki Bursa'da, başlı-başına yeni ve özgün bir sanat akımının doğuşu öne sürülemez.
Önceki bölümde geçiş dönemine örnek olarak şiirlerinden bazı örnekler verilen Gemlikli Dr. Ziya Kaya, edebiyat ve şiirin ülke genelindeki gelişiminin de ötesinde bir öz ve biçim yapısına kavuşturmuştur şiirini.
Bu tür yapıtlarından biri de, 1946 yılında yayımladığı küçük boyutlu Dhanıma adlı kitabında üçüncü sırada yer alan bu ilginç şiir:

DECCAL
Bir yılkına peygamberdi o,
Bavyera dağlarından inmiş
Ve dünyayı iki milyar ayaklı bir eşek yapıp
Üstüne binmiş.
Çıngıraklı bir ejderdi o
Bayrağında put, armasında pul
Ve beyninde Sezarın beynini kemiren kurt
Dünyaya meydan okuyor, yuf borusu çalıyordu
Deccaldı deccaldan beş beterdi o.
Arkasında
Mareşal, general, diplomat, doktor,
Fizikçi, kimyager
Kana susamış bir sürü apotr
Bir alay canbaz,
(Hım efşân bir ketibe-i şân) halinde
Saldırdılar dört yana
Ve girdiler elli milyon insanın kanına.
Emelleri bizi de faşist yapmakdı
Oysaki biz,
Hürriyet uğrunda taçlar mı parçalamadık,
Saltanatlar mı yıkmadık?
Biz ki sınıf ve imtiyaz, tanımıyan,
İşçiyle işçi, çiftçiyle çiftçi,
Ve hâlen Etnik müzede misafteten mukim
ATATÜRK'ün çıraklarıydık
Kanar mıydık o masallara, o martavallara?
Onlara gelince:
Fikri fasidlerince
Tutııverin doğusundan batısına,
Kuzeyinden güneyine, akından karasına,
Sarısından kızılma kadar bütün milletler
Çin şeddinde. Babilde ve ehramlarda
Bir avuç darı ve bir baş soğanla
Kızgın güneş altında kırbaçlana kırbaçkına
Derileri sonıluncıya, kemikleri kırılmaya
Ağıtlarından kan. bunlularından kan fışkırmaya kadar
Çalışdırılan esirler, kölelerdir
Bunun için geıisin geri,
Hiyper Feodal rejime dönüp
Toprağı oldum olasıya
Ellerinde put, başlarma put
Ve burçlarında düzme Inciller taşıyan
O çıngıraklı devlere armağan vermeli
Ve bütün dünya işletmelerini
Yârân-ı mâran lıisabma
Baberat-ı alişan kartelleşdirmeli
Hulasa bu garib dünya onların
Cennet-âsâ çiftliği olmalı
Beşeriyet de iki milyar memeli bir inek.

Halkevleri dönemi
1950'li yıllara gelinceye değin Bursa ve ilçelerinde, sanat olaylarının ve o arada edebiyatın yoğunlaştığı merkezler Halkevleri olmuştur. Özellikle Bursa Halkevi'nin 1935 yılından itibaren yayımlamaya başladığı Uludağ dergisi, çevresinde tüm sanat¬çıların kümelendiği bir odak konumundaydı. Bu dergi. Bursa ve çevresindeki sanat ve kültür hareketlerine yön vermekten çok; başta çok ciddi ve önemli folklor araştırmaları olmak üzere, müzik, edebiyat ve tarih çalışmalarına sayfalarını açmaktaydı. Denilebilir ki bu derginin 1950'den sonra kapanmasıyla, Bursa'da sanat ve düşün alanında önemli bir boşluk oluşmuştur.
Uludağ m sayfalarını açtığı Bursalı veya Bursa'da yetişmiş sanatçılar arasında Sadrettin Çanga, Faruk Taşkıran, İbrahim Kutluk, M. Niyazi Akıncıoğlu, Suat Salih Arsal, Emine Gür, Celal Sılay, Celal Sıtkı Gürler vb. sayılabilir. Dönem içinde Bursa'da edebiyatın gelişimine yön verenler arasında başta Haşim Nezihi Okay olmak üzere İbrahim Dekak, Muzaffer Gürses, Fakihe Odman, Mümtaz Ergin vb. Türk dili ve edebiyatı öğretmenleri anılmaya değer.
Yine Uludağda, yöre folklorunu binbir emekle araştırarak derleyenlerin görüşleri, makaleleri ve derlemeleri yayımlanırdı. Bursa'da folklor araştırma çalışmalarının en verimli dönemini oluşturan bu yılların, adları unutulmaması gereken folklorcuları arasında başta Fazıl Yenisey olmak üzere Ali Rıza Yalgın, Hüsnü Ortaç, Rıza Ruşen Yücer, Nazım Yücelt, Naci Özfiliz, Mehmet Akyüz, M.Enver Beşe, Naci Kum, Zeki Akpınar, Reşat Esmer, Rıza İlova, Cemal Yener, Fahri Dalsar sayılabilir.
Uludağ, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1950 genel seçimlerini yitirmesinden sonra Halkevleri'nin kapatılışına değin yayını¬nı sürdürmüştür. Haziran 1950'de çıkarılan (100-1) numaralı sayısı, edebiyat, sanat ve folklor alanlarında yeni bir atılıma yönelişin izlerini taşımakta idi. 16 Haziran 1950 tarihli Anfta Ilhami Soysal, o sıralarda ülke genelinde yayınlanmakta olan sanat dergilerini şöyle sıvalıyor: Edebiyat Dünyası, Şadırvan, Hisar, Varlık, Yedi Tepe, Değirmen (Trabzon'da çıkmakta), Yağmur ve Toprak, Yaprak, Fikirler (izmir Halkevi'nin dergisi), Yücel ve Uludağ.
Yazar Uludağm bu (100-1) numaralı sayısını da şöyle tanıtıyor okurlarına:
"...İşte herbiri sanat yolunun bir meşalesi olan bu dergiler safında Bursa 'nın da Uludağ adlı dergi temsil ediyor. Bursa Halk Evi'nin onbeş yıldır büyük bir azimle çıkarılmakta olan bu dergisi, son sayısı ile yeni bir şekle girmiş görünüyor. Şu anda elimizde bulunan yeni seri 100-1'inci sayı, sanat bakımından kalitesi yüksek dergiler arasında yer alabilir.
İçinde genç ve dinamik hocamız Muzaffer Gürses'in (Gelenekçi Sanat ve Gerçek Sanat) adlı kritiği ile, Haşini Nezihi Hoca'nın (Edebiyatımız ve Şiirimiz) konulu yazısı, Faruk Taşkıran'ın Cemal Nadir, Sünni, Mumcu ve Selma Emiroğlu'nun karikatür alanındaki başarılarını öven yazısı, Kemal Özkan'ın, Suat Mesut'un ve Faruk Taşkıran'm fevkalâde nefis birer şiirleri ile, Sadrettin Çanga'nm (Şahit) adlı insan ruhunun ta derinliklerine kadar burgusunu daldırmaya muvaffak olan olgun kaleminin yarattığı hikâyesini, basında (Bizim Köy) için yazılanlardan yapılmış bir derlemeyi, Suat Mesut'un (Unesco) başlıklı yazısını ve buram buram Cahit Sıtkı kokan genç ve istidatlı arkadaşımız Cemil İrşadi'nin şiirini ve daha çeşitli konulardaki yazılarla sizin de olgun ve dolgun bulacağınızı umduğumuz Uludağ'ı hepinize tavsiye ederiz. "
Halkevleri'nin kapatılarak mal varlığının Hazine'ye devredilmesinden soma Uludağm bıraktığı kültür boşluğunu Ant / Yeni Ant ve Hakimiyet gazeteleri, sanat-kültür sayfaları düzenleyerek doldurmaya çalışmışlarsa da yeterince etkili olamamışlardır.
Ayrıca zaman zaman süreklilik kazanamayan ve daha çok gençliğin organize ettiği ekonomik dayanaklardan yoksun sanat - edebiyat dergileri de çıkarılmıştır. Bu dergiler arasında Demet (1944), Nilüfer (1945), £30(1950), Gençliğin Ses; (1951), Hisar (1953), ve Yeni Nilüfer (1975) başlı-calarıdır.
Bursa'nm Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatmdaki yeri
Bursa yöresi ve özellikle de Bursa Kenti Cumhuriyet dönemi edebiyatının konuları arasında ön sırada yer almayı sürdürmektedir. Hangi türden, ya da hangi düşün akımının temsilcisi olursa olsun, Bursa, edebiyatın yeğlediği mekânlardan olmuştur. Bunda başlangıçta kentin tarihten gelen ünü ve doğal güzellikleri rol oynanıaktayken, 1965'lerden sonra hızlı sanayileşmenin doğurduğu toplumsal sorunlar ön plana çıkmış, Bursa artık daha çok bu yönüyle sanatın konuları arasına girmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk önemli yapıtları arasında seçkin bir yeri olan Reşat Nuri Günte-kin'in Çalıkuşu (1922) romanının bir bölümü "B" kasabasında "Zeyniler" köyünde geçer. Bugün kent içinde kalmış bulunan "Zeyniler"in, o günkü tablosunu, romancı, romanın kahramanı Feride'ye şöyle çizdirmektedir:
"Taşların arasında minare merdiveni gibi dik bir yoldan inmeye başladık. Aşağıda akşamın alacakaranlığı içinde kapkara bir selvilik, etrafı çitle çevrilmiş çıplak bahçeler arasında tek tük kulübeler, tahta evler görünüyordu. İlk bakışta Zeyniler bana... bir yangın harabesi gibi göründü."
Romanlarında tarihsel gelişim sürecine önem veren yazarlardan Kemal Tahir, gerek DevletAna'da, gerekse Yorgun Savaşçımla, Bursa'nın iki ayrı çağından kesitler sunar. Benzer yaklaşımın çağdaş edebiyatçılarından Attilâ İlhan, Yaraya Tuz Basmak adlı yapıtında Yüzbaşı Demir'in öyküsünü anlatırken "iç sesleri" bile duyulan ulu çınarların süslediği Bursa manzaraları çizer. Attilâ ti han bir şiirinde şöyle demektedir Bursa için:
Şimdi yine gözlerimde Bursa şehri var Bursa şehrinde sen varsın Ellerini kalbinin üstüne koyar camlardan bakarsın Ovada çırılçıplak, melül mahzun kavaklar
Kuşkusuz Bursa üstüne çağının en duyarlı şiir ve düzyazılarını yazan sanatçı Ahmet Hamdi Tanpmar'dır. Onda Bursa'yı sevmek sanki bir tutku halindedir. Şöyle anlatır Bursa'nın onu anlayan ve seven insan üstündeki etkilerini:
"Bu şehre tarilı damgasını derin ve kuvvetle basmıştır. O her yerde kendi ritmi kendi hususi zevkiyle vardır. Her adımda önümüze çıkar. Kah bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikamet verir."
Tanpınar o özgün anlatımıyla Bursa'da zamanın "billur bir avize" gibi insanın başının üstünde asılı durduğu duygusunun uyandırdığı söyler: "Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetih¬ten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş; aynı zamanda onun mânevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmiyecek şekilde tespit etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmaller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasından bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder. Bu devir haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve nıhâniyet devri olduğu için. Bursa, Türk ruhunun en hâlis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir. Bu hakikati gayet iyi gören ve anlıyan Evliya Çelebi, Bursa'dan bahsederken "ruhaniyetli bir şehirdir' der. Tariflerinde hemen hiç yanılmayan Sadrazam Keçeci Fuat Paşa ise 'Osmanlı tarihinin dibacesi' diyerek bu mazi damgasını başka şekilde belirtir. Hiçbir tarif, bu iki cümle kadar onu hulâsa edemez. Belli ki Evliya Çelebi bu şehri sadece görmekle kalmamış, onun hakiki benliğini kavramıştır; zaten Bursa için yazdıklarında zaman zaman bir aşk neşidesinin coşkunluğu hissedilir..." Görüldüğü gibi Bursa, Cumhuriyet dönemi edebiyatı içinde daha çok konu ve yardımcı öğe olarak yer almıştır. Bir İstanbul veya Ankara gibi, dönemin sanat olayları için belirleyici akımların doğduğu bir yer konumunu kazanamamıştır.
Nâzım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde Şeyh Bedreddin Destanı'nı ve Memleketimden İnsan Manzaraları'm, Orhan Kemal'in anılarını ve 72. Koğuş'u, Balaban'ın sonradan Şair Baba ve Damdakileıl yazmış olmaları; Bursa'ya dönemin edebiyatı içinde özel bir yer sağlamış sayılabilir de, sayılamaz da. Başka deyişle Bursa, edebiyatımızda toplumcu yönelişin belirleyici dönüşümlerinin onaya çıktığı bir yer, böylesi sanat akımlarının yeşerdiği bir ortam değilse de, yansıdığı bir ayna gibidir.

BURSA'DA EDEBİYATIN ÇAĞDAŞ GELİŞİMİ
Bursa Halkevi'nin ve bu kurumun düzenli yayın organı olan Uludağm kapanmasından sonra, kültür ve sanat olaylarına oıtam hazırlayacak bir kurumun veya bir yayın etkinliğinin uzun süre gerçekleştirilememiş olması, Bursa'da, kültürel gelişmenin ve sanatın hemen her alanında olduğu gibi edebiyat etkinliklerinde de duraklamaya yol açmıştır.
Her şeye karşın 1950-1960 kuşağı, olumsuzluk ve olanaksızlara karşın, ülke düzeyinde gelişmekte olan sanat akımlarına duyarsız kalmamıştır. Bursa ve çevresinde hemen her edebiyat akımının izleyicileri görülmüştür. Ne var ki, sanat ve edebiyat ağırlıklı sürekli bir yayın etkinliğinin olmayışı, bu alanlarda Bursa'yı odak olmaktan uzak tuttuğu gibi, Bursa ve çevresinden yetişmiş sanatçıların da Bursa dışında sanat yaşamlarını sürdürmelerini zorunlu kılmıştır.
1950'lerin başlarında Orhan Veli'nin önderliğini yaptığı "Garip" akımı Bursa'ya da yansımakta gecikmemiştir. Örneğin Günsel Ergin 1951 yılında Gençliğin Sesi'nde yayımlanan şiirlerinde bu akıma karşıtlığın seçkin örneklerini vermiştir, biri şöyle:

DERTLİ ŞİİR
"O. Veli'nin aziz ruhuna" Londra Konferansı Atom bombası Değil mi Tasası?
Değil ama
Çoluk çocuk tasası.
Borç
Dert
Geçerken günler
Hani nerde cımbız, nerde ayna?
Öyle umurumda ki dünya.
Perdecide kadirlik
Sana başka sahne,
Bana başka,
Hayatmış bu
Olur ya!..

Aynı yıllarda bir süre sanatla ilgilendikten sonra, o kuşağın çoğu sanatçı gençleri gibi yaşam savaşı içinde yitip kalan N. Aydın Uz da, hiç saklamadan Behçet Necatigil'e öykündüğünü belirtiyor ve şöyle diyordu bir şiirinde:

YALNIZLIK
Dert, derttir azizim benim bildiğim insana göre değişir. Seninki ekmek derdidir de Benim ki değildir.
Yollar uzun uzun
Deniz dalga dalga
Dostlar birbirine yakın
Dostlar çok uzakta.

1950-1960 arasında sanat edebiyat alanında çalışmalar yapan kuşağın temsilcilerinden Ünal Komman (1934-1965), Rauf Tamer, şiirlerinde tarihle tinselliği İç içe işleyen ismail Gerçeksöz (1925-1980) anılmaya değer, Gerçeksöz'ün Bursa Destanı adlı yapıtından bir bölüm şöyle:

FETİHTEN ÇİZGİLER
Doldurdu şehrin sokaklarım,
Masallardaki şehzadeler gibiydi her bin,
Girdiler kapılardan içeri...
Avuçlar öylesine sıkmış kabzaları,
Kaşlar öylesine çatılmış,
Bu delikanlı on yedisinde
Ön saflara atılmış...
İner atından şehzade
Orhan;
Kederle zafer
Sona erdi sefer...
Dolaşır Sultanın büyük ruhu şehitleri
Fısıldar.
Kulaklarına nöbetteki cengaverierin:
İleri!
Daha ileri!..
Türbesini Osman 'ın,
Asırların duaları dolduracaktır
Bir ipek yumağı kadar yumuşak dışarda zaman
Otlar yeşil, otlar sarı,
Dolduracaktır tarih sayfalarını
Torunları,
Dışarda otlar yeşil, otlar sarı...
Rüya görüyordu şehir ayakta
Palalar, gürzler, baltalar, şişler
Son dualarını yapıyordu kiliselerde
Bizanslı keşişler...
Rüya göıiiyordu surlar alacakaranlıkta
Geleceğin çağıltısıyla sarhoş
Sahibini bekliyordu burçlar
Sokaklar bomboş...

Bursa 'nın Destanı'ndan
1960'larda başlayan yeni dönemde, toplumsal yapıda önemli değişiklikler ortaya çıkmış, Bursa, eskiden olduğu gibi bir ölçüde içine kapanık ve kendi değerlerine dönük bir tarih-doğa kenti olma özelliğini yitirmeye başlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak sanat yönelişlerinde de değişimler gözlenmektedir. Bir yayın organının sürekli olarak çıkarılamayışı, edebiyat alanında boşluk yaratırken, Bursalı gençlerin 196l'den itibaren tiyatro sanatına dönük etkinlikleri yoğunluk kazanmıştır. Bu döneme damgasını vuran en önemli sanat etkinliği "Bursa Oda Tiyatrosu" olmuştur. (Bak. TİYATRO)
1970'li yıllardan başlayarak Türkiye genelinde olduğu gibi, Bursa ve çevresinde de edebiyat çalışmalarının daha çok toplumsal bir öz kazandığı, buna karşılık genç yazarların birbirleriyle çelişen düşünce akımları doğrultusunda kümelenmelerinin giderek belirginleştiği görülmektedir.
Dönemin genç ozanları arasında Arkadaş Zekâi Özger (1948-1973), Metin Güven (1947), ilker Akçay (1956), Niyazi Özsan (1946), Selâmi Üney (1943-19//), Cengiz Göral (1946-1979), Nevzat Çalıkuşu (1955), Hilmi Haşal (1956), Murat Aydınlılar (1960), Erdinç İskür (1962), Turgay Nar (1961), Saffet Soyöz (1957), Nahit Kayabaşı (1955) vb. sayılabilir.
Genç yaşında yaşamını yitiren, şiirleri ölümünden sonra 1974 yılında Tekin Sönmez tarafından derlenerek yayımlanan (Arkadaş) Zekâi Özger'in sevgi ve hasreti dile getiren bir şiirinden bölümler:

SEKSİDİR
Giyecek çamaşır getirdim sana
âdettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla. eski biraz
bedenin uygundur diye bedenime
elimle yıkadım ütüledim
elma ağacında kuruttum
Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
beni unutma

1960'lı yıllardan sonra Bursa'da çeşitli sanat etkinliklerine katılan ve o arada tiyatro ile oyuncu ve yazar olarak yakından ilgilenen Selami Üney'in Yeşil Kahvelerine Dönerken adlı şiirinden bölümler:

2. Gider otururum Yeşil Kahvesine;
Çayımı söylerim, sigaramı yakarım...
Düşünürüm tarifsiz duygular içinde;
Setbaşı Köprüsü'nden geçmişleri; geçenleri...
Bir elin beş parmağı gibi insanları...
Düşünürüm garipliğimi ufka dalarak!..

3. Önünde sonunda ölmek var...
Güvercinler konar karşı damlara...
Tam sevgilimin resmine bakarken;
Bir park gibi Emirsultan Mezarlığı karşımda!..
Farkederim yaşadığımı;
Farkederim sevdiğimi, güzelim dünyayı!

1965'lerden sonra sanatın hemen her dalıyla ilgilenen, ama özellikle şiir ve siyasal içerikli yazılarıyla yetkinlik kazanan M. Cengiz Göral'ın Gemlik Körfez gazetesinde yazdığı köşeyazıları ve çeşitli dönemlerinin yapıtları olan şiirleri, bir terörist saldırısı sonucu öldürülüşünden kısa süre sonra 1980'de derlenerek Demokrasi Adına adıyla yayımlandı. Onun bu kitapta yer alan şiirlerinden bir örnek:

SİZLER
Ben sizleri düşünüyorum, sizler için tüketiyorum gözyaslarımı.
Umutsuzluk perde perde dört yanımda sizler için düşlüyorum...
Ben sizleri anlatıyorum mısralarımda.
sizler için Tanrıya başkaldırışlarım.
Işıksızlıktan görmüyorsunuz besbelli.
Ben sizleri ağlatıyorum mısralarımda.
Ben sizlere geliyorum,
yorgun geceler ötesinden.
Evren kimlerin alıçlarında nefessiz kalmış?
Sizler kimlersiniz, biliyorum...
Ben sizlere inanıyorum, sizler büftik bir güçsünüz.
Söylememişler bu gerçeği çağlarca, ben anlayamayışmıza yanıyorum

1966 yılından itibaren çeşitli sanat dergileriyle gazetelerde şiirleri, röportaj ve inceleme yazıları yayımlanmakta olan Metin Güven'in Güvercin Yüreğinde Gül Renkli Çocuklar adlı kitabından, aynı adı taşıyan şiiri şöyle:

GÜVERCİN YÜREĞİNDE GÜL RENKLİ ÇOCUKLAR
Beni kasvetli kenanlar arıyor
Beni fukara eşkıya sunileri
Öldüm çünkü, eski bir mezarın gölgesinde
Öldüm, delikanlı mahkumların kartal gözlerinde.
Onlar, cehennem içinde cennet gibiler
Beni karanlık yıldızlar arıyor
Hani güvercin yüreğinde gül renkli çocuklar
Yaşadım çünkü, uçarı bir rüzgann gölgesinde
Yaşadım, güneşli dağların bereketli seslerinde
Onlar, ağıtlar içinde türkü gibiler...

1974'den itibaren şiir kitaplarını yayınlayan bu arada sinema yazıları da yazan ozanlardan Nevzat Çalıkuşu'nun 1978 yılında yayımladığı Uğraşın Sabahında Doğmayı Beklerken adlı şiir kitabından bir örnek:

GÖR GÖZ KİM KÖR
Gör gözüm gör
Saçarak alnını ter üstüne
Emeğini işliyor biri
Buram buram alın
Kırış kırış ter
Gör gözüm gör
Kim ter üstüne alın gerer.
Kör gözüm kör.
Yatırarak arzı göğün üstüne

Kainatı sömürüyor biri
Çöl çöl toprak
Yağmur yağmur gök
Kör gözüm kör
Kim gök üstüne toprak örer

1980'lerden itibaren Bursa'da sanatsal etkinliklerde adından söz edilen genç ozanlardan Murat Aydınlıların 1984 basımlı Yağmur Dindi adlı şiir kitabından:

İNSAN ŞİİRİ
nasıl yazmam ben bunları
yazmasam kurur dallarım çekilir suyum
insan bir kere ağlamaz iki kere doğmaz
yaşamaksa umutlarla ölmekse mağrur dimdik
insan bu Yol değil

inegöl'de doğup Gemlik'te yaşam kavgası veren, yoksulluğu nedeniyle okuyamadığını belirten Ahmet Özün de, içtenliğin ve duru anlatımın örneklerini veren genç ozanlardandır. Şiirinden bir örnek:

YETER
Nihayet bulsun bu özlemli yaşantımız
Gel gayri
Gel sonsuz bir bahara erelim
Yeter gayri bu hasretlik
Almanya'nın tüm varlığını değil
Seni istiyorum
Kıymeti yok mektubun paranın
Yeter gayri kendin gel
Seni bekliyorum

1950 Uzunköprü doğumlu olmasına karşın, uzun süreden bu yana Bursa'da edebiyat çalışmalarını sürdüren genç kuşak ozanlarından Kemal İmer'in Yaz Türküsü Yüreğimin adlı şiir kitabından bir şiiri:

AL ELLERİMİ ÖĞRETMENİM
Al ellerimi öğretmenim,
Etten kemikten
Çıksınlar istiyorum,
İyiye, güzele sarılsınlar,
Kötüye uzananda
Kırılsınlar istiyorum.
Sarmak bir yarayı,
Sıkmak bir eli dostça,
Bir çivi çakmak,
Bir düğüm atmak ya da
Cansuyu vermek bir fidana...
Umut kuyularını
Kazsınlar istiyonım;
İnsanlık şiirini,
Ulusumun yazgısını
Yazsınlar istiyorum.
Kıraç topraklarda
Gül dersinler,
Bir alınca
Bin versinler
Yarılsın, çatlasın
Nasırlaşsınlar istiyorum,
Al ellerimi öğretmenim,
İşe yarasınlar istiyorum...

Çağdaş dönemde düzyazı alanında kısa öyküleriyle Nadir Gezer'den (1925) başka Hakkı Özkan (1926) özellikle çocuklar için yazdığı masal ve öyküleriyle tanınan Numan Kanal (1938) ve Şükrü Bilgiç (1948) anılmaya değer.
Bu dönemde Bursalı olmalarına ve Bursa'da yetişmiş bulunmalarına karşın, bir bölüm araştırmacı ve edebiyatçılar, İstanbul ve Ankara gibi merkezlerde Türkiye'nin düşün ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Bunların başında Doğan Avcıoğlu (1926-1983) gelir. Avcıoğlu Yön hareketinin başlatıcısı olduğu kadar, 1968'den itibaren yayımladığı Türkiye'nin Düzeni, 31 Mart'ta Yabancı Parmağı, Milli Kurtuluş Tarihi, Devrim Üzerine, Devrim ve Demokrasi Üzerine ve Türklerin Tarihi adlı tamamı 14 ciltlik yapıtlarıyla, ülkemiz düşün tarihinde seçkin bir yere sahip bulunmaktadır.
Ayrıca İsmet Bozdağ 0916), Haluk Şahin (1942) ve Rauf Tamer (1935); Bursalı olmamakla birlikte eğitiminin bir bölümünü Bursa'da yaparak 1950 kuşağının sanat etkinliklerine katkılar sağlayan llhami Soysal (1929-1992) da, araştırma-inceleme ve sanat alanlarındaki çalışmalarıyla ülke ça¬pında ün kazanmışlardır.
Bursa doğumlu olmalarına karşın, edebiyat çalışmaları Bursa sınırları dışında gelişen Nezihe Meriç (Gemlik 1925), Pınar Kür (1943), İsmail Başaran (1904) ve Zebercet Coşkun (Gemlik 1933) gibi sanatçılarla, asıl resim dalında üne kavuşan Seçköylü İbrahim Balaban (1921) da, yörenin yetiştirdiği seçkin sanatçılar arasındadır.
Sanatçının Bursa ili doğumlu olması, kuşkusuz onun Bursa ilinde gelişen sanat akımlarına katkı sağlayabilecekler anlamına gelmemektedir. Örneğin Nezihe Meric'in, kendisinden söz eden bir yazı dolayısıyla duygulanarak gönderdiği şu mektup, bu yabancılaşmanın ilginç bir belgesidir:
"1984, Günlük güneşlik bir Ocak ayı Boğaziçi Körfez'deki [Gemlik Körfez Gazetesi] yazı beni çok sevindirdi. Bi hoş oldum. Düşündüm kaldım. Denize karşı bir ev anımsıyorum hayal meyal. Babamın arkadaşı bir Ali bey, babam ve balıktan dönüşleri, ikisinin de otuzluk genç adamlar olması gerek. Annem, bebektin sen, olmaz derdi. Kim bilir? Ama Gemlik benim için hep o imgelemimdeki resimdir. Ne tuhaf memleketimin çok yerini gördüm de, doğduğum yeri bir göremedim. Çok istedim olmadı. Çok eski yıllarda Suat Taşer, Sunullah Arısoy, Salâh Birsel ve ben, Bursa'da bir matineye davet edilmiştik. (...) O matinede öyle güzel günler yaşamıştık ki, kesin kararlar almıştık. Tıpkı tiyatrocular gibi turneye çıkacaktık, bir ekip oluşturup. Yok canım! Ne o belediye başkanları çıktı, ne biz birşey yapabildik, geçti gitti yıllar işte. (...) İnanın çok sevindim. Burnum sızladı. Ben sulu gözlüyâımdür. Heyecanlanınca ağlayıveririm. Size güzel günler diliyorum Umurbey'de. Salim de sevgilerini yolluyor. Hoşça kalın. Sevgiler.
Nezihe MERİÇ"

1980'li yıllardan başlayarak yöresel edebiyat çalışmalarında, ülke genelinden soyutlanmamakla birlikte, yaşanılan çevrenin özelliklerini daha çok kavramaya yönelik girişimler gözlenmektedir. Örneğin Ali Aksoy (1948), bir ilçe gazetesinde yayınlanmakta olan "Gemlik Yazıları" başlıklı dizisiyle, âdeta yakın geçmişle yeni kuşaklar arasında köprü kurmaktadır. Yakın geçmişin, çoğu eksik bilgilenmeler nedeniyle küçümsenen değerlerini, onların kusurlu yanlarından da hoşgörü ile söz ederek yeniden tanıtmaya çalışmaktadır.
Aynı zamanda şiir çalışmaları da yapan Ali Aksoy'un, anayurda göç sonrasının uyumsuzluklarım konu edinen bir şiiri:

YENİ GÖÇMEN
(dedemin anısına)
Ak dutlara ger ipleri
Üzerine kilimleri
Çamurlu ve gurbetli
Kilimleri hane hane
Yeşil erik çorbasını
Kaşıkla dur yana yana
Yap kerpiçten yerevleri
Bir odaya keçileri
Ova altı İznik Gölü
San memleket Sarıgöl'ü
Neden geçmez kıyısından:
Selanik 'ten Manastır'a!
Neden geçmez tiren yolu?
Köşküm yok deryaya karşı
Barışın var gül hatırı
İlk şafakta Pazarköy'e
Ne verirlerse yevmiye
Şayak potur üstüne
Kırmızı kuşak giyim
Eskiden pehlivandım
İşçi tut beni beyim
Op sevinçten kırk kıınışu
Kış gelmeden çok şükür
Un alınır kırk kuruşu

2000'lerde durum
1990'lı yıllar, Bursa'da yaşayan edebiyatçıların Türk Edebiyatı'nda kendilerini bir gaip olarak kabul ettirdikleri, adlarından söz ettirdikleri yıllar oldu. Bunda bu dönem içinde kentte yayımlanan Biçem, Yeni Biçem, Düşlem, İpek Dili, Akatalpa gibi dergilerin doğrudan katkısı vardır. Dolaylı katkılar arasında da, teknolojinin gelişmesi, kitle iletişim araçlarındaki yaygınlaşma, 1996'dan sonra Türkiye'de bir başka kentte örneği olmayan edebiyat günlerinin düzenlenmesi, bir bütün olarak Bursa'nın kültür kenti olma sürecine girmesi, kent medyasının canlılığı ve kuşkusuz Uludağ Üniversitesi'nin varlığını saymak gerekiyor. Bu koşulların kesişme noktasında kentte birden çok şah" ve yazarın bulunması, bunların birlikte çaba harcaması bir hareketliliğe yol açtı. Bu hareketlilik yeni şair ve yazarların ortaya çıkmasına, var olanların kendilerini geliştirip adlarını kent ve ülke çapında duyurmalarına ortam hazırladı.
Dergilerden hareketle; İstanbul, Ankara ve İzmir dışında da kaliteli edebiyat dergilerinin çıkarılabileceğinin ilk örneğini, İhsan Üren, Hilmi Haşal, Nadir Gezer, Ali Aksoy, Ramis Dara desteğinde, ama asıl Nahit Kayabaşı'nın çabalarıyla Nisan 1990-Şubat 1993 arasında 132 sayı çıkan Biçem verdi.
Yeni Biçem daha estetik, daha entelektüel, daha kararlı, düzeyli ve uzun ömürlü bir dergi oldu; Mayıs 1993'le Nisan 1999 arasında altı yıl ve 72 sayı yayımını sürdürdü. Çekirdek kadrosunu Ramis Dara, Nahit Kayabaşı ve Hilmi Haşal'ın oluşturduğu; Mustafa Durak, Nadir Gezer, Nuri Demirci, Ali Aksoy, Halûk Cengiz, Serdar Ünver ve Mehmet Ali înan'ın da destek verdiği dergi, döneminde Türkiye'nin en etkili şiir ağırlıklı edebiyat dergilerinden biri sayıldı. Türkiye'de yaşayan neredeyse bütün seçkin edebiyatçıların bu dergide ürün yayımladıkları görüldü. Bu arada Bursa'dan Türk edebiyatına Serdar Ünver, Nuri Demirci gibi şairlerle, denemeci olarak Halûk Cengiz kazandırıldı.
Yeni Biçem'in uzun yayın yaşamı boyunca, Nahit Kayabaşı, Nuri Demirci, Halûk Cengiz, Ali Aksoy bu dergiden kopup, Mayıs 1997-Nisan 1999 tarihleri arasında 24 sayılık Düşlem'i çıkardılar. Düşlem, Biçem'le Yeni Biçem'in bireşimini yapmaya çalışan düzeyli bir dergi oldu.
Yeni Biçenûe Düşlemin Nisan 1999'da yayımına son vermesi, gerek Bursa yerelinde, gerekse Türkiye ölçeğinde üzüntüye, hatta boşluğa yol açtı. Bu boşluğu bir ölçüde gidermek için Ramis Dara, Serdar Ünver, Melih Elal bir araya gelip; başlangıçta Hilmi Haşal'ın, İhsan Üren'in, Mustafa Durak'ın, Ali Özçelebi'nin; yayın akışı içinde de Metin Güven'in, Nuri Demirci'nin, Nahit Kayabaşı'nın desteğini alarak 2000 Ocak'ında şiir dergisi Akatalpa'yı yayın yaşamına soktular. Bu dergi halen yayımını sürdürmektedir (2001).
Bu süreçler yaşanırken şair İhsan Deniz'in çabalarıyla dinî, tasavvufî tabana yaslanan, belli bir periyot izlemese de 15 sayıya değin ulaşan şiir dergisi İpek Dili de Türkiye'nin sevilen şiir dergilerinden biri olarak kabul edilebilir.
Doğrudan bir edebiyat dergisi olmamakla birlikte, Mart 1999'dan başlayarak yayımlanan, alt başlığı "kent kültürü ve düşün dergisi" olan üç aylık Bursa Defterini de anmak gerekiyor. Kent kültürünü, Bursa araştırmalarını geliştirme, yaygınlaştırma ve yayımlama amacını güden bu yeni oluşumun edebiyata da şöyle bir katkısı olduğu bir gerçektir: FA'rensellik iddiasıyla iyice soyutlaşan edebiyatın, insanî, tarihî ve coğrafî yanına vurgu yapmak. Bursa'yı izlek, motif, konu olarak ele alan ürünlerin ortaya çıkmasına vesile olmak...
Bu arada kısa süreli olsa da yayın yaşamına giren Anonim Dergi ve daha çok kadınlara seslenen Dira'dan da içeriklerinde edebiyata katkıları dolayısıyla söz etmek gerekir.
2000'lerde yerel edebiyata genel bir bakışla bakıldığında, Bursa üzerine daha çok "şiir" yazılmaya başlandığı görülmektedir. Bütün bu çabalar sonrasında bugün Türkiye'de yayımlanan şair ve yazar sözlüklerinde yaşam öyküsü bulunan edebiyatçı sayısında da büyük bir artış oldu. Bu dönem öncesinde adını bu tür sözlüklerde gördüğümüz Ramis Dara ile Metin Güven'e; Hilmi Haşal, Nadir Gezer, Nahit Kayabaşı, Nuri Demirci, İhsan Deniz, Serdar Ünver ve Mustafa Durak eklendi.
2000'lerin başlarında Bursa'da yaşayanlar arasında Türk edebiyatına adlarını yazdıranlar arasında şair olarak Metin Güven, Hilmi Haşal, Serdar Ünver, İhsan Üren, Nuri Demirci ve İhsan Deniz'in; denemeci olarak Ramis Dara'nın, metin çözümlemecisi olarak Mustafa Durak'ın, şair ve edebiyat insanı olarak Nahit Kayabaşı'nın önemli yerleri bulunmaktadır.
İnegöl doğumlu ve günümüz Türk öykücülüğünün yıldızlarından Cemil Kavukçu'yu öykü ve romanda Nadir Gezer ve Zebercet Coşkun izlemekte. Gelecekte adından sıklıkla söz ettirmeye aday iki öykücüden Yücel Balku'nun ödüllü ilk kitabı yayımlandı, Kemal Selçuk'un öyküleri henüz kitaplaştırılmadı. Taner Akçam son yıllarda öyküleriyle adından söz ettirmeye başladı. Tanınmalarına Akatalpa'nın da destek olduğu iki genç şairin gelecekte adları sıklıkla anılabilir: Soner Sancaktepe ve Mustafa Ocak. Türkiye'nin en beğenilen kadın şairlerinden Safet Soyöz de Bursa'da; Türk edebiyatına Bursa'dan iyi bir giriş yapan Halûk Cengiz. İstanbul'da; İnegöl üzerine bk şiir kitabı da yazan Ahmet Necdet, İzmir'den geldikten sonra önce Bursa'da, daha sonra Mudanya'da ve İstanbul'da yaşamakta. Yıllar önce Bursa'da Eğitim Enstitüsü'nde öğretmenlik yapmış olan ve günümüzde Balıkesir'de yaşayan şair Ahmet Uysal'ın Bursa üzerine yazdığı şiirler kitap boyutuna ulaşmış bulunmakta.
Bir başka edebiyatçı Ali Aksoy'un Bursa yazıları, denemeciliğiyle kent kültürünü harmanlayan bir kitap boyutlarına ulaşmış bulunmakta, yayımlanmayı bekliyor. Kent tarihi ve kültüm alanında Yılmaz Akkılıç ile Raif Kaplanoğlu'nun çalışmaları ilgi uyandırmaktadır; bunlara Bursa'yı edebiyatçı duyarlılığıyla değerlendiren Ramis Dara'yi da eklemek gerekir.
Uludağ Üniversitesi'nden Bursa kent kültürüne katkıda bulunanların başında Prof. Dr. Mustafa Kara, Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu, Prof. Dr. Ali Özçelebi, Prof. Dr. Necmi Gürsakal, Doç. Dr. Rânâ Arslanaoğlu önde gelmekteler.
Bursa yazılı basınında edebiyata sıcak bakan köşe yazarlarının ve yöneticilerinin bulunduğunu da vurgulamak gerekir. Özellikle siyasal alanda Aykan Uzoğuz, Ahmet Emin Yılmaz, Arzu Arınel (Yılmaz), Hacı Tonak, Yüksel Baysal, Mehmet Ali Yılmaz vb. köşe yazanların yanında, ekonomi alanında Yılmaz İşel'le Sevinç Baysal'dan, mizahçı üsluplarıyla da Adnan Baştopçu ve Selahattin Adıgüzeller'den söz edilmelidir.
Bursa'da başta şiir olmak üzere edebiyatın çeşitli alanlarına ilgi duyan, bu alanlarda ürün veren Metin Önal MENGÜŞOĞLU, Ali Hadi GÖZÜTOK, Yücel ULU, Nevzat ÇALIKUŞU, Yasin DOĞRU, Turgut ÇELİK, Hüsamettin OLGUN, Alev KUTLUÖZEN, Hafize GÜN ve Şaban AKBABA'nın adları da anılmaya değer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.