Necip Fazıl (K.Reşat Ekrem Koçusakürek)




 26 Mayıs 1905 İstanbul - 25 Mayıs 1983 İstanbul
Gizemci anlayışın temsilcisidir. Bir süre felsefe okudu.
Devlet görevlerinde çalıştı, öğretmenlik yaptı. Ağaç, Büyük
Doğu gibi dergiler çıkardı. Hemen her dalda verdiği eserlerinde
insan, evren, madde ve ruh problemlerini, insanın iç çatışmalarını
 işledi. Sanatı ve toplumsal kurumları, çağdaş yaşamı, İslam dini
ilkelerine göre yorumladı. Dergilerdeki yazıları nedeniyle birçok kez hapis yattı.

ŞİİR KİTAPLARI
Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), Sonsuzluk Kervanı (1955), Çile (1962), Şiirlerim (1969)

KALDIRIMLAR
I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa karışan noktasında
Sanki beni bekliyen bir hâyâl görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık.
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
Bu gece yarısında iki kişi uyanık:
Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor,
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler.
Simsiyah camlarını üzerime dikiyor
Gözleri çıkarılmış bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, ıztırab çekenlerin annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,
Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,
Ben bu kaldırımların istediği çocuğum.
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.

Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin,
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.
Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin,
Yolumda bir tâk olsun zulmetten taş kemerler.

Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim,
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,
Alsa bu soğuk taşlar alnımdaki ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse kaldırımların karasevdâlı eşi...

II

Başını bir emele satan kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle sokakların malısın.
Kurulup üzerine bir taht-ı revân gibi
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın.

Bahtın kaldırımlara düştüğü gündenberi,
Kaynamış ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş onun gözbebekleri,
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş ne arkadaşınız var,
Sükût gibi kimsesiz, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada sakınacak bir kuru başınız var,
Onu da ne tarafa olsa götürürsünüz.

Ömrünüz taş olsa da gide gide yorulur,
Bir gün ölüme çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlıyan olur,
Ne senin anladığın kadar kaldırımları...

III

Bir siyah kadındır ki kaldırımlarda gece,
Dalgın bir hayal gibi eteğini sürükler.
Gözlerim onun kara gözlerine değince:
Ey yolumu bekliyen, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de
Kucaklamak isterim onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem fecre kadar yürür de,
Heyhat o bir inci ruh, ben se etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım,
Onu bir başkasına râmoluyor sanırım
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın bu gün bir acı duymasın göz yaşımdan,
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan.

                                                      (Ben ve Ötesi)

DAĞLARDA ŞARKI SÖYLE
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara şöyle.
Şehir farksız olsun tek
Mukavvadan bir köyle.

Yel olsa sende esen,
Cücesin şehirde sen,
Bir dev olmak istersen
Dağlarda şarkı söyle.

(Ben ve Ötesi)

BU YAĞMUR
Bu yağmur.. bu yağmur... bu kıldan ince,
Öpüşten yumuşak yağan bu yağmur.
Bu yağmur... bu yağmur... bir gün dinince
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,
Karnımda acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur... bu yağmur... cinnetten üstün;
Karanlık kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün
Sulardan, seslerden ve gecelerden.

NOKTÜRN II
İnsanlar içinde en yalnız insan!
Düşün, taş duvara başın gömülü.
Ve kapan sükûta, granitten, taştan
Mazgallı bir kale gibi örülü.

Gözünü tavandan ayırma ki sen,
Üşürsün gölgeni yerde görürsen.
Dikilir karşına, mumu söndürsen
Ölüler içinde en yalnız ölü.

 (Ben ve Ötesi)

ÇİLE
Gaiblerden bir ses geldi: “Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!”
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyâmet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mâvi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum değdi burnuna “yok”un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünyâ;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakîkat, al sana rûyâ!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çâre diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz
Yepyeni bir dünyâ etti hediye.

Bu nasıl bir dünyâ? Hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamânı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen? Hakîkat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşyâ uzakta?
Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl?
Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzab;
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azâb;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük!

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrârını aç!
Annemin duâsı, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, kaatillerin bile çeşmesi:
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Tesellî pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rûyâlarda içtiğim cinnet?
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, sehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akreb, nokta nokta rûhumu sokmuş;
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş.
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm...
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesâfelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz,
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık,
Her gece rûyâmı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü, ne bana hıncın?
Bu kükürdlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

Lûgat, bir isim ver bana hâlimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvablarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mîmârının seçtiği arsa;
Hayâttan muhâcir; eşyâdan öksüz?

Ben ki, toz kanadlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı,
Bir zerreciğim ki Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakîkatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabîatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamânın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı:
Atlas sedirinde Mâverâ Dede.
Yandı sırça saray, İlâhî Yapı,
Bin bir âvizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik
Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr...
İç içe mîmârî, iç içe benlik...
Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhûr!

Nizâm köpürüyor, med vakti deniz...
Nizâm köpürüyor, tâ çenemde su...
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu...

Kaçır beni âheng, al beni birlik!
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şâirlik...
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta!

Öteler, öteler, gayemin malı...
Mesâfe ekinim, zamân mâdenim.
Gökte saman-yolu benim olmalı!
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök, ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak...
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuz’a varmak...

(Sonsuzluk Kervanı)

KIRK DERECE
Dizilirler ayakta
Ana, baba ve kardeş.
Hayâl, ırak... ırakta
Eder fillerle güleş.

Başından kayar yastık,
Nura döner karanlık,
Sırlar çözülür artık
Kırka çıkınca ateş.
(Ben ve Ötesi)

SAÇLARIN
Saçların çırılçıplak omuzundan aksın
Mermer üzerinden geçen su gibi.
İçinde ezgin bir his duyacaksın.
Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi.

Saç tel tel, örtüler hep tül tül düşer,
Gözümün değdiği yere gül düşer;
Sonunda sana da bir gönül düşer,
Gönlümün şimdiki duygusu gibi.

Dillerde dökülüp sayılır saçın,
Sıcak nefeslerle bayılır saçın,
Bir tütsüdür, kalbe yayılır saçın,
Kararan gözlerin buğusu gibi.

ANNECİĞİM
Ak saçlı başını alıp eline
Kara hülyâlara dal anneciğim.
O titrek kalbini bahtın yeline
Bir ince tül gibi sal anneciğim.

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Zulmetin ardında yine zulmet var,
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim.

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış çırpınmak için,
Bu kış yolculuk var diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim.

SERSERİ
Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür, arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı;
Hâlime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr.
Bir rûyâ uğrunda, ben diyâr diyâr,
Gölgemin peşinde yürür giderim...

(Çile)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.