Ahmed Arif Ve Niyazi Akıncıoğlu Üzerine
Ahmed Arif, Niyazi Akıncıoğlu’ndan esinlendi mi, çaldı mı?
Nâzım Hikmet’ten sonra, halk şiirinden yararlanıp bunu toplumcu öğelerle zenginleştirerek geniş yığınların sevgisini kazanmış, aynı şekilde, başka şairler üzerinde de büyük etkisi olmuş ender şairlerden biri hiç şüphesiz Ahmed Arif’tir. Hayri K. Yetik, Edebiyatta Çalıntı adlı kitabında, Ahmed Arif’in etkilediği şairlere birkaç önemli örnek veriyor. Örneğin, Ahmed Arif’in “Ama hesap dağlarladır / Umut dağlarla” dizesi A. Hicri İzgören’in bir şiirinde şöyle karşılık buluyor: “Belki de umut aynı şeydir dağlarla”. Ya da şu dize: “Yokluğun cehennemin öbür adıdır”. Ahmed Arif’in dizesi ile Ahmet Telli’nin “Direnmektir artık / Bekleyişin öbür adı” dizesi arasında ciddi bir paralellik kuruyor Yetik. Örnekler artırılabilir şüphesiz. Ahmed Arif’in ne çok şairi etkilediği, bu şairlerin şiirlerinde Ahmed Arif’ten izler taşıyan dizeler bulunabileceği, onun, etkisi bugün de devam eden bir şiir yazmış olduğu âşikar.
Hep konuşuldu ama hiç yazılmadı
Ama benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu, kendisinden dize aşırıldığı, mağdur edildiği öne sürülen şairin de sanıldığı kadar saf bir şiir yazmamış olabileceğini, bir başkasının temalarını ya da şiirinin edâsını alıp pekâlâ bu unsurlardan kendi şiirini kurmuş olabileceğini göstermeye çalışmak. Çoğu zaman etkilenilen şairin de mutlak şekilde etkilendiği, öykündüğü, esinlendiği kimi kaynakların bulunabileceğini, adına toplam denilen olgunun, varlığını belki de bir tür bireşime borçlu olduğunu hatırlatmak. Hayri K. Yetik, Ahmed Arif’ten etkilenen kimi şairleri haklı olarak sıralarken, yıllardır Ahmed Arif hakkında dolaylı olarak dile getirilen ama nedense bir türlü yazıya geçirilmeyen, çoğu kez sadece bir ima ile geçiştirilen bir duruma çok fazla değinmemeyi tercih ediyor. “Ahmed Arif, Niyazi Akıncıoğlu’nun etkilerini taşıdığı söylense de çok özgün bir şiir yazar” (164) demekle yetiniyor Yetik. Öte yandan, şairin kendisi de yaşarken başkalarıyla arasında benzer bir yakınlık kurma çabasına baştan karşı çıkıyor ve kendi şiiri hakkında şunları belirtiyor: “Türkiye’de Orhan Veli gibi yazmak modaydı. O yıllarda Fransız şairlerinin bohemliğine öykünen çok şair vardı ve onlar pek popülerdi. Fakat ben, azgelişmiş bir coğrafyadan geliyordum ve onlara öykünemezdim. Bu yüzden onları izlemedim ve kendi göbeğimi kestim”. Oysa vefatından birkaç yıl önce, Ahmed Arif’in başka bir şairden çok yoğun şekilde etkilendiğini, bunu örnekleyecek nice dize olduğunu özel bir görüşmemizde aktardığım Mehmet H. Doğan, bu konunun sık sık dolaylı olarak seslendirildiğini ama nedense (kendisi dâhil) hiçbir eleştirmenin bu durumu açıkça tartışmaya açmadığını vurgulamıştı.
1940 Kuşağı toplumcu şairleri arasında yoğun bir etkileşim olduğu, Nâzım’dan olduğu kadar birbirlerinin şiirlerinden de etkilendikleri öteden beri biliniyor. Örneğin, Vecihi Timuroğlu, Enver Gökçe’nin “saçlarına / kızıl güller takayım / salın da gel / bir o yana / bir bu yana” dizeleri ile Ahmed Arif’in “saçlarına kan gülleri takayım / Bir o yana / Bir bu yana” dizelerini karşılaştırarak iki şair arasındaki benzerliklere değinir. Eşitlik, özgürlük, barış gibi benzer temalar etrafında çoğu kez birbirine yakın söyleyiş biçimleriyle, dirsek teması diğer kuşaklara oranla daha fazla olan bu kuşağın (Hasan İzzettin Dinamo, Niyazi Akıncıoğlu, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak) gibi pek çok temsilcisi yıllar içinde unutulmaya terk edildi. 40 Kuşağı şairleri arasında galiba bir tek Ahmed Arif, hâlâ geniş kitlelerce okunan, kitapları yeni basımlar yapmaya devam eden bir şair oldu. Sadece bir kitabının bulunmasının yarattığı cazibe ve yaşarken çeşitli sıkıntılarla boğuşmuş olması gibi nedenlerle (tabii ki şiirinin de güçlü bir şiir olmasından ötürü) Ahmed Arif bu kuşağın hâlâ anımsanan, dolaşımda olan tek temsilcisi nerdeyse. Hatta kendisinden sonra gelen kuşaklar üzerindeki etkisi bu şairin gücünü daha da pekiştirdi denebilir. Özellikle yetmişli yıllarda yazmaya başlayan pek çok şair, Ahmed Arif’le kıyaslandı. Bu şairlerin pek çok dizesinin Ahmed Arif’ten aşırıldığına dair karşılaştırmalar yapıldı ve yapılan tartışmalar daha çok magazinel bir boyutta seyretti. Metinlerarasılığın adının bile anılmadığı bu tartışmalar çok geçmeden de düzey kaybetti. Öte yandan, Ahmed Arif ile 40 Kuşağı’nın önemli şairlerinden Niyazi Akıncıoğlu arasındaki kimi paralellikler hep göz ardı edildi. Bir çalıntı meselesinden çok büyük bir esinlenmenin var olduğu bu ilişki, edebiyattaki “alıntı-esinlenme-çalıntı” konusuna bir nebze olsun ışık tutacak niteliktedir.
1916 yılında doğan M. Niyazi Akıncıoğlu, yaşarken kendi bastırdığı Haykırışlar (1938) dışında bir kitaba sahip olamasa da dönemin İnsan, Ses, Pazar Postası, Yeni Edebiyat ve Yürüyüş gibi önemli dergilerinde şiirleri ilgiyle takip edilen bir şair olarak biliniyor. Halk şiiri geleneğinden beslenen toplumcu şiirleriyle tanınan Akıncıoğlu’nun şiirleri ancak ölümünden sonra bir araya getirilebildi. Umut Şiirleri adıyla yayımlanan kitap, gerek Halk şiiri gerekse de Divan şiirinden yararlanıp yeni bir şiir oluşturma gayretindeki bir şairle tanıştırır bizi. 1985’te basılan Umut Şiirleri, şairin 1938 ile öldüğü yıl olan 1979 arasında yayımladığı şiirlerden oluşuyor.
Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim adlı kitabında yer alan şiirler ise 1944-1955 yılları arasında dönemin önemli dergilerinde yayımlandıktan sonra, 1968’de kitaplaşıyor. İki kitap bir arada incelendiğinde Niyazi Akıncıoğlu ve Ahmed Arif’in şiirleri arasında ritim ve tonlama özellikleri kadar yöresel söyleyişler, benzetmeler bakımından da paralellikler olduğu görülüyor. Bu benzerlikler bazen bir şiir boyutunda görülürken, bazen de tekil örnekler üzerinden, dize boyutunda öne çıkıyor. Örneğin, Akıncıoğlu’nun “Angarya” başlıklı şiiri ile Ahmed Arif’in “Vay Kurban” şiiri arasındaki kimi koşutluklar, Ahmed Arif’in Akıncıoğlu’ndan büyük ölçüde etkilendiğini, hatta yer yer esinlenmenin de ötesine geçen unsurlara rastlanabileceğini gösteriyor. Akıncıoğlu, “Angarya” şiirinde: “Halbuki toprak tava geldi / Kösnümüş bir inek şehvetiyle gerinip taşıyor / ve yine zemherinin on beşi yaklaşıyor / nasıl ağlamaklı olmasın Kanber” (104) demektedir. Aynı temalar Ahmed Arif’in şiirinde de görülür, üstelik çok benzer metaforlarla. “Vay Kurban” adlı şiirinde “Toprak nasıl ayartılır / Yüz vermez topal öküze / ve almaz koynuna kara sabanı” der. “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiirinde “zemheri de uzadıkça uzadı”, “Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden” şiirinde ise “evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu” dizesini okuruz. Görüldüğü üzere, Akıncıoğlu’nun sadece bir şiirindeki üç dizeye çok yakın dizeler Ahmed Arif’in üç ayrı şiirinde karşımıza çıkıyor. Kimi zaman kısmen, kimi zaman da bütün bütüne bir aktarmayla yapılıyor bu eylem. Koşutluk sadece müşterek bir alanda hareket etmekten, aynı kuşağın şairleri olmaktan, Halk ve Divan şiiri gibi kimi ortak kaynaklardan beslenmekten kaynaklanmıyor gibidir.
Aşağıya alacağım örneklerin tamamında yer alan dizelerin ilki Niyazi Akıncıoğlu’nun Umut Şiirleri adlı kitabından alındı (Hacan Yayınları, 1985). İtalikle yazılanlar ise Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim (Everest Yayınları, 2006) kitabının tarihli 57. basımına ait:
Zındanlar: suyun üstünde /
Yandan akar çeşmeleri (72)
Mahpusânede çeşme /
yandan akar olanda (71)
Boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları (86)
Rahmetinden kim demlenir bulutun (40)
Yeşil, mavi, mes’ut gözlerin (134)
Açardın / Yalnızlığımda / Mavi ve
yeşil / açardın /… gözlerin hani? (46)
Onların kitabında yazılıdır (101)
O kitapta böylece yazılıdır (45 )
Ol hikâye şöyle başlar (103)
Budur ol hikâyet (42)
Ölüler kar altındadır (155)
Kenar çocukları kar altındadır (6)
Sözlü kültüre ait kimi ifadelerle, yan yana gelmesi zor görünen bazı benzetmelerin çok küçük değişikliklerle iki şairde de görünmesi doğrusu ilginç bir durumdur. Şüphesiz bu tür tekil örnekler, iki şair arasında çok büyük bir koşutluk kurmak için yeterli değil. Bunun için başka örnekler de sıralamak gerekiyor:
Selam verir gibi bir dosta (123)
Selam etmişim dostuma (67)
Hayra yorulur (124)
Hayra yoranım çıkmaz (101)
Neler geçmez aklımdan, bir ben bilirim (144)
Bir ben bileceğim oysa/Ne âfat sevdim (84)
Gülüyor otuz iki dişi (166)
Otuz iki dişimizle gülmeğe (19)
Arzuhal edeyim halım (195)
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz (101)
Ne pasaport bilir, ne gümrük sorar (187)
Pasaporta ısınmamış içimiz (103)
Yolda yolcu, havada kuş aşkına (91)
Muhammed, İsa aşkına /
yattığın ranza aşkına (64)
Görüldüğü üzere her iki şairin yazdığı şiirlerin genel havası kadar, dizeleri arasında da çok önemli benzerlikler var. Bu benzerlik sadece dize boyutunda değil, içerik ve birtakım teknik imkânların kullanışında da karşımıza çıkıyor. Ama öte yandan, iki şair arasında bir önemli fark da var gibidir. Niyazi Akıncıoğlu, daha çok Trakya’da gezdirir şiirini, Ahmed Arif ise konularını Kürt coğrafyasından alır. İki şiirin arasındaki temel farklardan biri bu. Ama bir de bu benzerliğin sahip olduğu anlamsal boyut var. Hayata baktıkları ideolojik duruş aynı çerçevenin içinde olduğu için iki şair de gittikçe doruklara doğru yükseliyor ve “dağ” metaforu iki şair için de verili bir imkâna dönüşüyor. Buna ek olarak, Ahmed Arif, Niyazi Akıncıoğlu şiirindeki yerel söyleyişleri daha da ileri götürerek kendi şiirini daha imkânlı bir alana açıyor.
Ahmed Arif, bilindiği gibi, ilk kitabından sonra çok az şiir kaleme aldı ve bu şiirleri yayımlatma konusunda hasis davrandı. Akıncıoğlu da bu konuda Arif’le aynı paralelliktedir. Ölümüne değin birkaç dergide görülür ama kitap yayımlama konusunda aynı hasisliği o da gösterir. Zaten Ahmed Arif’in tek bir kitapta kalmış olan şiirleri o dönemin politik atmosferinde başat rolü çoktan almıştır. Dönem, Ahmed Arif ve şiirinin öne çıktığı bir dönemdir. Her ne kadar Ahmed Arif’in adını açıkça yazmasa da, Mehmed Kemal de benzer bir noktaya değinerek: “Niyazi Akıncıoğlu’dan sonra üne kavuşmuş birçok şair, bilerek bilmeyerek, onun geliştirdiği şiir dilinden yararlanmıştır” demektedir. Mehmed Kemal açıkça yazmasa da sözü edilen kuşağın en ünlü şairi Ahmed Arif’tir. Benzer bir “önce gelen/sonra gelen” ayrımına Asım Bezirci’nin yazdıklarında da rastlarız: “Akıncıoğlu -Nâzım’dan sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmed Arif’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir”. İki şair arasındaki benzerliğe sıklıkla vurgu yapılır ama bu benzerlik bir türlü açık bir şekilde dile getirilmez. Öte yandan, iki şair arasındaki benzerlikler bunlarla da kalmaz.
Benzerlik sadece şiirde değil
Niyazi Akıncıoğlu da tıpkı Ahmed Arif gibi kısa bir mahpusluk hayatı yaşar. O da tıpkı Ahmed Arif gibi, bu olaydan sonra uzun bir suskunluk dönemine girer ve uzunca bir süre şiir yazmaz. Öldükten sonra, ondan şiir isteyen ama hepsi cevapsız kalan birçok derginin editörüne ait mektuplar bulunur arşivinde. Yine de, Akıncıoğlu’nun neden az yazdığı, az yayımladığı, kitap çıkarmaktan uzak durduğu ve tıpkı Ahmed Arif gibi neden tek bir kitaba yazgılı kaldığı konusunda bir fikre sahip değiliz. Bunun altında birtakım başka nedenler olabileceği gibi, kişisel bir hüsran da yatabilir. Ama nihayetinde iki şair arasında sadece şiirsel bir benzerlik yoktur. Aynı ideolojik konumlanış, mahpusluk deneyimi, peşinden gelen küskünlükler, tek bir kitapla yetinme gibi özellikler iki şairi ortak bir zeminde buluşturmuş olabilir.
Yazının başında da vurgulandığı üzere, iki şair arasında bir “intihal” meselesinden çok, ama tek başına “esinlenme” de diyemeyeceğimiz bir ilişki var gibidir. Bir şair, başka bir şairin temalarını, söyleyiş biçimini, daha eski bir ifadeyle “havası”nı alarak daha güçlü bir sesin içine taşımış, başka bir şairdeki zayıf bir izleği kendi şiirine güçlü bir şekilde taşıma çabasında bulunmuş gibidir. Edebiyat tarihinde bunun sayısız örneğine rastlarız. Bir başkasına ait dize veya düşünüş biçimlerden esinlenmek, bu biçimleri geliştirmek, daha yetkin bir düzeye taşımak edebiyat için bir kazanç olarak da yorumlanabilir kuşkusuz. Öte yandan, edebiyat tarihinin, Harold Bloom’un ifadesiyle, “bir şairin başka bir şairin doğmasına” nasıl yardım ettiğini de görmesi gerek kanımca.
ÖMER ÖZDEMİR
KAYNAK:http://siirlersairler.blogcu.com/ahmed-arif-ve-niyazi-akincioglu-uzerine/9463198
Nâzım Hikmet’ten sonra, halk şiirinden yararlanıp bunu toplumcu öğelerle zenginleştirerek geniş yığınların sevgisini kazanmış, aynı şekilde, başka şairler üzerinde de büyük etkisi olmuş ender şairlerden biri hiç şüphesiz Ahmed Arif’tir. Hayri K. Yetik, Edebiyatta Çalıntı adlı kitabında, Ahmed Arif’in etkilediği şairlere birkaç önemli örnek veriyor. Örneğin, Ahmed Arif’in “Ama hesap dağlarladır / Umut dağlarla” dizesi A. Hicri İzgören’in bir şiirinde şöyle karşılık buluyor: “Belki de umut aynı şeydir dağlarla”. Ya da şu dize: “Yokluğun cehennemin öbür adıdır”. Ahmed Arif’in dizesi ile Ahmet Telli’nin “Direnmektir artık / Bekleyişin öbür adı” dizesi arasında ciddi bir paralellik kuruyor Yetik. Örnekler artırılabilir şüphesiz. Ahmed Arif’in ne çok şairi etkilediği, bu şairlerin şiirlerinde Ahmed Arif’ten izler taşıyan dizeler bulunabileceği, onun, etkisi bugün de devam eden bir şiir yazmış olduğu âşikar.
Hep konuşuldu ama hiç yazılmadı
Ama benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu, kendisinden dize aşırıldığı, mağdur edildiği öne sürülen şairin de sanıldığı kadar saf bir şiir yazmamış olabileceğini, bir başkasının temalarını ya da şiirinin edâsını alıp pekâlâ bu unsurlardan kendi şiirini kurmuş olabileceğini göstermeye çalışmak. Çoğu zaman etkilenilen şairin de mutlak şekilde etkilendiği, öykündüğü, esinlendiği kimi kaynakların bulunabileceğini, adına toplam denilen olgunun, varlığını belki de bir tür bireşime borçlu olduğunu hatırlatmak. Hayri K. Yetik, Ahmed Arif’ten etkilenen kimi şairleri haklı olarak sıralarken, yıllardır Ahmed Arif hakkında dolaylı olarak dile getirilen ama nedense bir türlü yazıya geçirilmeyen, çoğu kez sadece bir ima ile geçiştirilen bir duruma çok fazla değinmemeyi tercih ediyor. “Ahmed Arif, Niyazi Akıncıoğlu’nun etkilerini taşıdığı söylense de çok özgün bir şiir yazar” (164) demekle yetiniyor Yetik. Öte yandan, şairin kendisi de yaşarken başkalarıyla arasında benzer bir yakınlık kurma çabasına baştan karşı çıkıyor ve kendi şiiri hakkında şunları belirtiyor: “Türkiye’de Orhan Veli gibi yazmak modaydı. O yıllarda Fransız şairlerinin bohemliğine öykünen çok şair vardı ve onlar pek popülerdi. Fakat ben, azgelişmiş bir coğrafyadan geliyordum ve onlara öykünemezdim. Bu yüzden onları izlemedim ve kendi göbeğimi kestim”. Oysa vefatından birkaç yıl önce, Ahmed Arif’in başka bir şairden çok yoğun şekilde etkilendiğini, bunu örnekleyecek nice dize olduğunu özel bir görüşmemizde aktardığım Mehmet H. Doğan, bu konunun sık sık dolaylı olarak seslendirildiğini ama nedense (kendisi dâhil) hiçbir eleştirmenin bu durumu açıkça tartışmaya açmadığını vurgulamıştı.
1940 Kuşağı toplumcu şairleri arasında yoğun bir etkileşim olduğu, Nâzım’dan olduğu kadar birbirlerinin şiirlerinden de etkilendikleri öteden beri biliniyor. Örneğin, Vecihi Timuroğlu, Enver Gökçe’nin “saçlarına / kızıl güller takayım / salın da gel / bir o yana / bir bu yana” dizeleri ile Ahmed Arif’in “saçlarına kan gülleri takayım / Bir o yana / Bir bu yana” dizelerini karşılaştırarak iki şair arasındaki benzerliklere değinir. Eşitlik, özgürlük, barış gibi benzer temalar etrafında çoğu kez birbirine yakın söyleyiş biçimleriyle, dirsek teması diğer kuşaklara oranla daha fazla olan bu kuşağın (Hasan İzzettin Dinamo, Niyazi Akıncıoğlu, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak) gibi pek çok temsilcisi yıllar içinde unutulmaya terk edildi. 40 Kuşağı şairleri arasında galiba bir tek Ahmed Arif, hâlâ geniş kitlelerce okunan, kitapları yeni basımlar yapmaya devam eden bir şair oldu. Sadece bir kitabının bulunmasının yarattığı cazibe ve yaşarken çeşitli sıkıntılarla boğuşmuş olması gibi nedenlerle (tabii ki şiirinin de güçlü bir şiir olmasından ötürü) Ahmed Arif bu kuşağın hâlâ anımsanan, dolaşımda olan tek temsilcisi nerdeyse. Hatta kendisinden sonra gelen kuşaklar üzerindeki etkisi bu şairin gücünü daha da pekiştirdi denebilir. Özellikle yetmişli yıllarda yazmaya başlayan pek çok şair, Ahmed Arif’le kıyaslandı. Bu şairlerin pek çok dizesinin Ahmed Arif’ten aşırıldığına dair karşılaştırmalar yapıldı ve yapılan tartışmalar daha çok magazinel bir boyutta seyretti. Metinlerarasılığın adının bile anılmadığı bu tartışmalar çok geçmeden de düzey kaybetti. Öte yandan, Ahmed Arif ile 40 Kuşağı’nın önemli şairlerinden Niyazi Akıncıoğlu arasındaki kimi paralellikler hep göz ardı edildi. Bir çalıntı meselesinden çok büyük bir esinlenmenin var olduğu bu ilişki, edebiyattaki “alıntı-esinlenme-çalıntı” konusuna bir nebze olsun ışık tutacak niteliktedir.
1916 yılında doğan M. Niyazi Akıncıoğlu, yaşarken kendi bastırdığı Haykırışlar (1938) dışında bir kitaba sahip olamasa da dönemin İnsan, Ses, Pazar Postası, Yeni Edebiyat ve Yürüyüş gibi önemli dergilerinde şiirleri ilgiyle takip edilen bir şair olarak biliniyor. Halk şiiri geleneğinden beslenen toplumcu şiirleriyle tanınan Akıncıoğlu’nun şiirleri ancak ölümünden sonra bir araya getirilebildi. Umut Şiirleri adıyla yayımlanan kitap, gerek Halk şiiri gerekse de Divan şiirinden yararlanıp yeni bir şiir oluşturma gayretindeki bir şairle tanıştırır bizi. 1985’te basılan Umut Şiirleri, şairin 1938 ile öldüğü yıl olan 1979 arasında yayımladığı şiirlerden oluşuyor.
Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim adlı kitabında yer alan şiirler ise 1944-1955 yılları arasında dönemin önemli dergilerinde yayımlandıktan sonra, 1968’de kitaplaşıyor. İki kitap bir arada incelendiğinde Niyazi Akıncıoğlu ve Ahmed Arif’in şiirleri arasında ritim ve tonlama özellikleri kadar yöresel söyleyişler, benzetmeler bakımından da paralellikler olduğu görülüyor. Bu benzerlikler bazen bir şiir boyutunda görülürken, bazen de tekil örnekler üzerinden, dize boyutunda öne çıkıyor. Örneğin, Akıncıoğlu’nun “Angarya” başlıklı şiiri ile Ahmed Arif’in “Vay Kurban” şiiri arasındaki kimi koşutluklar, Ahmed Arif’in Akıncıoğlu’ndan büyük ölçüde etkilendiğini, hatta yer yer esinlenmenin de ötesine geçen unsurlara rastlanabileceğini gösteriyor. Akıncıoğlu, “Angarya” şiirinde: “Halbuki toprak tava geldi / Kösnümüş bir inek şehvetiyle gerinip taşıyor / ve yine zemherinin on beşi yaklaşıyor / nasıl ağlamaklı olmasın Kanber” (104) demektedir. Aynı temalar Ahmed Arif’in şiirinde de görülür, üstelik çok benzer metaforlarla. “Vay Kurban” adlı şiirinde “Toprak nasıl ayartılır / Yüz vermez topal öküze / ve almaz koynuna kara sabanı” der. “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiirinde “zemheri de uzadıkça uzadı”, “Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden” şiirinde ise “evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu” dizesini okuruz. Görüldüğü üzere, Akıncıoğlu’nun sadece bir şiirindeki üç dizeye çok yakın dizeler Ahmed Arif’in üç ayrı şiirinde karşımıza çıkıyor. Kimi zaman kısmen, kimi zaman da bütün bütüne bir aktarmayla yapılıyor bu eylem. Koşutluk sadece müşterek bir alanda hareket etmekten, aynı kuşağın şairleri olmaktan, Halk ve Divan şiiri gibi kimi ortak kaynaklardan beslenmekten kaynaklanmıyor gibidir.
Aşağıya alacağım örneklerin tamamında yer alan dizelerin ilki Niyazi Akıncıoğlu’nun Umut Şiirleri adlı kitabından alındı (Hacan Yayınları, 1985). İtalikle yazılanlar ise Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim (Everest Yayınları, 2006) kitabının tarihli 57. basımına ait:
Zındanlar: suyun üstünde /
Yandan akar çeşmeleri (72)
Mahpusânede çeşme /
yandan akar olanda (71)
Boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları (86)
Rahmetinden kim demlenir bulutun (40)
Yeşil, mavi, mes’ut gözlerin (134)
Açardın / Yalnızlığımda / Mavi ve
yeşil / açardın /… gözlerin hani? (46)
Onların kitabında yazılıdır (101)
O kitapta böylece yazılıdır (45 )
Ol hikâye şöyle başlar (103)
Budur ol hikâyet (42)
Ölüler kar altındadır (155)
Kenar çocukları kar altındadır (6)
Sözlü kültüre ait kimi ifadelerle, yan yana gelmesi zor görünen bazı benzetmelerin çok küçük değişikliklerle iki şairde de görünmesi doğrusu ilginç bir durumdur. Şüphesiz bu tür tekil örnekler, iki şair arasında çok büyük bir koşutluk kurmak için yeterli değil. Bunun için başka örnekler de sıralamak gerekiyor:
Selam verir gibi bir dosta (123)
Selam etmişim dostuma (67)
Hayra yorulur (124)
Hayra yoranım çıkmaz (101)
Neler geçmez aklımdan, bir ben bilirim (144)
Bir ben bileceğim oysa/Ne âfat sevdim (84)
Gülüyor otuz iki dişi (166)
Otuz iki dişimizle gülmeğe (19)
Arzuhal edeyim halım (195)
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz (101)
Ne pasaport bilir, ne gümrük sorar (187)
Pasaporta ısınmamış içimiz (103)
Yolda yolcu, havada kuş aşkına (91)
Muhammed, İsa aşkına /
yattığın ranza aşkına (64)
Görüldüğü üzere her iki şairin yazdığı şiirlerin genel havası kadar, dizeleri arasında da çok önemli benzerlikler var. Bu benzerlik sadece dize boyutunda değil, içerik ve birtakım teknik imkânların kullanışında da karşımıza çıkıyor. Ama öte yandan, iki şair arasında bir önemli fark da var gibidir. Niyazi Akıncıoğlu, daha çok Trakya’da gezdirir şiirini, Ahmed Arif ise konularını Kürt coğrafyasından alır. İki şiirin arasındaki temel farklardan biri bu. Ama bir de bu benzerliğin sahip olduğu anlamsal boyut var. Hayata baktıkları ideolojik duruş aynı çerçevenin içinde olduğu için iki şair de gittikçe doruklara doğru yükseliyor ve “dağ” metaforu iki şair için de verili bir imkâna dönüşüyor. Buna ek olarak, Ahmed Arif, Niyazi Akıncıoğlu şiirindeki yerel söyleyişleri daha da ileri götürerek kendi şiirini daha imkânlı bir alana açıyor.
Ahmed Arif, bilindiği gibi, ilk kitabından sonra çok az şiir kaleme aldı ve bu şiirleri yayımlatma konusunda hasis davrandı. Akıncıoğlu da bu konuda Arif’le aynı paralelliktedir. Ölümüne değin birkaç dergide görülür ama kitap yayımlama konusunda aynı hasisliği o da gösterir. Zaten Ahmed Arif’in tek bir kitapta kalmış olan şiirleri o dönemin politik atmosferinde başat rolü çoktan almıştır. Dönem, Ahmed Arif ve şiirinin öne çıktığı bir dönemdir. Her ne kadar Ahmed Arif’in adını açıkça yazmasa da, Mehmed Kemal de benzer bir noktaya değinerek: “Niyazi Akıncıoğlu’dan sonra üne kavuşmuş birçok şair, bilerek bilmeyerek, onun geliştirdiği şiir dilinden yararlanmıştır” demektedir. Mehmed Kemal açıkça yazmasa da sözü edilen kuşağın en ünlü şairi Ahmed Arif’tir. Benzer bir “önce gelen/sonra gelen” ayrımına Asım Bezirci’nin yazdıklarında da rastlarız: “Akıncıoğlu -Nâzım’dan sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmed Arif’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir”. İki şair arasındaki benzerliğe sıklıkla vurgu yapılır ama bu benzerlik bir türlü açık bir şekilde dile getirilmez. Öte yandan, iki şair arasındaki benzerlikler bunlarla da kalmaz.
Benzerlik sadece şiirde değil
Niyazi Akıncıoğlu da tıpkı Ahmed Arif gibi kısa bir mahpusluk hayatı yaşar. O da tıpkı Ahmed Arif gibi, bu olaydan sonra uzun bir suskunluk dönemine girer ve uzunca bir süre şiir yazmaz. Öldükten sonra, ondan şiir isteyen ama hepsi cevapsız kalan birçok derginin editörüne ait mektuplar bulunur arşivinde. Yine de, Akıncıoğlu’nun neden az yazdığı, az yayımladığı, kitap çıkarmaktan uzak durduğu ve tıpkı Ahmed Arif gibi neden tek bir kitaba yazgılı kaldığı konusunda bir fikre sahip değiliz. Bunun altında birtakım başka nedenler olabileceği gibi, kişisel bir hüsran da yatabilir. Ama nihayetinde iki şair arasında sadece şiirsel bir benzerlik yoktur. Aynı ideolojik konumlanış, mahpusluk deneyimi, peşinden gelen küskünlükler, tek bir kitapla yetinme gibi özellikler iki şairi ortak bir zeminde buluşturmuş olabilir.
Yazının başında da vurgulandığı üzere, iki şair arasında bir “intihal” meselesinden çok, ama tek başına “esinlenme” de diyemeyeceğimiz bir ilişki var gibidir. Bir şair, başka bir şairin temalarını, söyleyiş biçimini, daha eski bir ifadeyle “havası”nı alarak daha güçlü bir sesin içine taşımış, başka bir şairdeki zayıf bir izleği kendi şiirine güçlü bir şekilde taşıma çabasında bulunmuş gibidir. Edebiyat tarihinde bunun sayısız örneğine rastlarız. Bir başkasına ait dize veya düşünüş biçimlerden esinlenmek, bu biçimleri geliştirmek, daha yetkin bir düzeye taşımak edebiyat için bir kazanç olarak da yorumlanabilir kuşkusuz. Öte yandan, edebiyat tarihinin, Harold Bloom’un ifadesiyle, “bir şairin başka bir şairin doğmasına” nasıl yardım ettiğini de görmesi gerek kanımca.
ÖMER ÖZDEMİR
KAYNAK:http://siirlersairler.blogcu.com/ahmed-arif-ve-niyazi-akincioglu-uzerine/9463198
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.