Türk Şiirinde "Gelenekten Geleceğe" Uzanan Yol
Türk edebiyatını diğer edebiyatlardan ayıran en belirgin özelliklerden biri hiç kuşkusuz şiir vadisinde verilen eserlerin sayıca diğer türlere göre çokluğudur. Tarihin en eski devirlerinden bu yana şiir, milletimizin duygularını, düşüncelerini dile getirmede ve her türlü iletişim ihtiyacını gidermede en etkili ifade araçlarından biri olmuştur.
Türklerin çok eski zamanlardan beri şiir sanatıyla uğraşmaları köklü bir şiir geleneğimizin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Geriye doğru bakıldığında şairler yaşadıkları devrin özelliklerine göre farklı arayışların peşine düşseler bile genellikle ustalarının meydana getirdiği birikimi göz ardı etmemişlerdir. Bu tavır zamanımızda da sürmektedir.
Muhsin Macit tarafından kaleme alınan Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri(*) günümüz Türk şiirinin “yaşayan on üç temsilcisinin eserlerine divan edebiyatından yansıyan parıltıları göstermeye” çalışan bir kitap. “Önsöz”de belirtildiğine göre söz konusu çalışma daha önce Akçağ Yayınları arasında Gelenekten Geleceğe adıyla çıkmış ve yayımlandığı yıl Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Edebî Tenkit” dalında ödüllendirilmiş. Esere gösterilen bu ilgi yazarda çalışmasını gözden geçirip genişletme isteği uyandırmış ve ortaya Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri çıkmış. Bu bilgiden hareketle kitabın birinci ve ikinci baskısını karşılaştırdık; Asaf Hâlet Çelebi, Talat Halman, M. Niyazi Akıncıoğlu, Tuğrul Tanyol ve Cafer Turaç’la ilgili incelemelerin, ayrıca 21 sayfalık “Giriş” bölümünün ilk baskıda yer almadığını gördük. Bunun yanı sıra, Asaf Hâlet Çelebi ve M. Niyazi Akıncıoğlu ikinci baskının yapılışından yıllar önce vefat ettiği için arka kapakta yer alan “yaşayan on üç temsilci” ifadesinin gözden kaçtığını fark ettik.
Yazar kitabının “Giriş” bölümünde gelenek kavramının teorik zemini üzerinde duruyor. Geleneğin günümüz şairlerine sunduğu imkânları ortaya koymak için genel bir çerçeve çiziyor. Söz konusu kavramın “kullanım alanının çeşitliliği ve değişkenliğinden ötürü” tam olarak tarif edilemeyeceğini belirtmesine rağmen farklı disiplinlerde kazandığı anlamlar üzerinde durarak geleneğin okuyucunun zihninde ana hatlarıyla belirmesine imkân sağlıyor.
Yazara göre, gelenekle ilgili tartışmaları daha çok divan şiirinin yaşama ve direnme gücünün test edilmesine yönelik tecrübelerin sembolik ifadelendirilişi belirlemektedir. Bu tecrübelerin olumlu örneklerini veren şairler vardır. Dolayısıyla, günümüzde de gelenekle çağdaş şiirin imkânlarını buluşturan şairlerin tartışmalara esas olacak ölçüde ürünler yayınlaması şiirimiz için önemli bir göstergedir. Bu bakımdan son yıllarda gelenek, “şiir” kelimesiyle bir arada telaffuz edilmesinde sakınca görülmeyen ve hatta şiire itibar kazandıran bir kavram konumuna yükselmiştir. Dolayısıyla geleneğe bilinçli bir yöneliş söz konusudur. (s.5–6)
Gelenekten yararlandığını belirten şairlerin 1) Ritim, 2) Tasavvuf, 3) Mazmun ve hayâl dünyası üzerinde fazlasıyla durduklarını görüyoruz. Bilindiği üzere divan edebiyatında şairler aruz veznini kullanmıştır. Bu şiire genel olarak bakıldığında kafiye, redif ve vezin gibi biçimsel unsurların, usta şairlere geniş imkânlar sağladığını fakat bunun yanı sıra müteşâirleri taklitçilik seviyesinden ileri geçirmediğini görürüz. “Divan şiirinde dilin kullanımını büyük ölçüde ritmik akışkanlığı sağlayan biçimsel unsurlarla söz sanatları ve mazmunlar belirlemektedir. Aruz ölçüsünün sağladığı imkânları tevarüs eden Kemal Edip Kürkçüoğlu, Hasan Ali Yücel, Şahin Uçar (Şeydâ), Nejat Sefercioğlu, Cem Dilçin, Cemâl Kurnaz gibi isimlerin tarz-ı kadîm üzere şiirler söylediklerini görüyoruz. Ayrıca günümüzün zevkine uygun olarak aruzla şiirler yazan Mehmet Çınarlı, Fuat Bayramoğlu, Talât Halman, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Bekir Sıtkı Erdoğan ve Ali Günvar gibi şairlerin kaydettikleri irtifâ, vaktiyle Arapça ve Farsça’dan dilimize sözcüklerin girmesinin, sadece şairlerin Türkçe’yi aruz ölçüsüne uydurma çabalarıyla ilintili olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şeyh Galib’e Çiçekler başlığı altında yazdığı Hüsn ü Aşk veznindeki şiirlerini de bu çerçevede değerlendiriyoruz.” (s.9-10)
Muhsin Macit’e göre, Cumhuriyet devri Türk şiirinde tasavvufun mecaz ve sembolleri, başta Hallâc-ı Mansur olmak üzere temsilcileri ve daha da önemlisi dili şairlerin dikkatini çekmiş ve şairler bu kaynaktan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Tasavvuftan yararlanabilmek için şairin mistik tecrübesi olmasa bile mistik bilgiye sahip olması gerekir. Mistik eğilimi olan şairler ve onların bu doğrultuda ortaya koydukları eserlere bakıldığında tasavvufun bir ölçüde belirleyici olduğu görülür. Modern Türk şiirinde mistik eğilimleri olan, hatta Hint felsefesine yönelen şairlerin başında Asaf Hâlet Çelebi gelir. Sezai Karakoç ve Ebubekir Eroğlu’nun şiirleri ise modern mistik tecrübenin ürünü olarak değerlendirilebilir. Ayrıca tasavvufun istiareli dilinden ve menkıbelerden yararlanan Hilmi Yavuz, aynı zamanda yeteneğine inandığı genç şairleri eski şiirin imkânlarını “temellük” etmeye yönlendirmekte, şiirleriyle yol göstermektedir. Vural Bahadır Bayrıl ve Ali Günvar modern bir derviş duyarlığıyla şiirler yazmaktadırlar. Ali Günvar tam manasıyla sûfilere mahsus bir söyleyiş mükemmelliğine erişmiş, serbest biçimde yazılmış izlenimi veren şiirlerinde bile aruz ölçüsünü çok başarılı bir biçimde kullanarak biçimle içeriğin örtüştüğü şiirler söylemektedir. Modern Türk şairlerinin tasavvufun imkânlarından hangi düzeyde yararlandığı bu şairlerin eserlerinden anlaşılabilir. (s.14-15)
Yazar, günümüz şairlerinin tıpkı divan şairleri gibi ortak mecaz ve istiareler kullandıklarını fakat, günümüz şairlerinin kullandıkları mecaz ve istiarelerde müşterekliğin bulunmadığını belirtiyor. “…divan edebiyatında müşterek bir hayâl dünyasından bahsetmek mümkün olduğu hâlde modern Türk şiirinde ortak bir imaj dünyasından söz etmek imkânsızdır. Daha bireysel tercihler söz konusudur ve şairler ancak orijinal imajlarla kalıcı olabilirler. Günümüzün şairleri daha bireysel tercihlerde bulunmakla birlikte, Murathan Mungan’ın tespit ettiği gibi devrimi şafakla, barışı güvercinle, tutsaklığı zincirle, hadi bir ilavede de ben bulunayım, başkaldırıyı dağ başlarıyla anlatmakta bir sakınca görmezler. Benzer bir ayıklama yöntemiyle başka ideolojik grup ve kümelenmeler içinde yer alan şairlerin eserleri taranacak olursa kolayca müşterek istiareler tespit edilebilir. Fakat bu müştereklikler ortak bir hayâl dünyası yaratmaya yetmez. Günümüzün iletişim araçları ve çok hızlı değişen ve işleyen zaman, divan şairlerinin tecrübesini tekrarlamaya imkân vermez. Ancak, bu tecrübeden günümüzün şartlarına göre yeni semboller ve metaforlar oluşturulabilir. Bunlar da çok şahsî olmak zorundadır.” (s.19)
Muhsin Macit gelenekten yararlanan şairlerin eserlerine bakıldığında “ilginin ders kitapları ve antolojilerle sınırlı olduğu” tespitinde bulunuyor. Günümüz şairlerinin genellikle Fuzûlî, Bâkî ve Şeyh Gâlip’in beyitlerinden alıntı yaptığını ve göndermelerin daha çok bu şairlerle sınırlı olduğunu, arada bir de Nedîm’in hatırlandığını belirtiyor.
Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri günümüz şiirine farklı bir pencereden bakması, yeni açılımlar sunması, böylelikle bu şiirin daha iyi anlaşılması ve eski şiiri tekrar gündeme getirmesi açısından son derece önemli bir çalışma. Bununla birlikte, eseri okurken gözümüze takılan birkaç hususu belirtmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Meselâ “Sevdaya Kaftan Biçen Derviş: Cafer Turaç” başlıklı yazı daha çok, yazarın söz konusu şairle olan duygusal ünsiyeti üzerine kurulu. Bu yazıdan anladığımız kadarıyla Cafer Turaç’ın gelenekten dikkat çekecek düzeyde yararlandığı söylenemez. Ayrıca ele alınan şairlerin gelenekle münasebetine değinilirken, içerdiği açık göndermelere rağmen bazı şiirler üzerinde yeterince durulmadığını hatta bu şiirlerden söz edilmediğini görmekteyiz. Örneğin Hilmi Yavuz’un Yolculuk Şiirleri adlı kitabında yer alan “yolculuk ve aşklar” şiirine. Adı geçen şiirdeki şu dizeler
Muhsin Macit tarafından kaleme alınan Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri(*) günümüz Türk şiirinin “yaşayan on üç temsilcisinin eserlerine divan edebiyatından yansıyan parıltıları göstermeye” çalışan bir kitap. “Önsöz”de belirtildiğine göre söz konusu çalışma daha önce Akçağ Yayınları arasında Gelenekten Geleceğe adıyla çıkmış ve yayımlandığı yıl Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Edebî Tenkit” dalında ödüllendirilmiş. Esere gösterilen bu ilgi yazarda çalışmasını gözden geçirip genişletme isteği uyandırmış ve ortaya Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri çıkmış. Bu bilgiden hareketle kitabın birinci ve ikinci baskısını karşılaştırdık; Asaf Hâlet Çelebi, Talat Halman, M. Niyazi Akıncıoğlu, Tuğrul Tanyol ve Cafer Turaç’la ilgili incelemelerin, ayrıca 21 sayfalık “Giriş” bölümünün ilk baskıda yer almadığını gördük. Bunun yanı sıra, Asaf Hâlet Çelebi ve M. Niyazi Akıncıoğlu ikinci baskının yapılışından yıllar önce vefat ettiği için arka kapakta yer alan “yaşayan on üç temsilci” ifadesinin gözden kaçtığını fark ettik.
Yazar kitabının “Giriş” bölümünde gelenek kavramının teorik zemini üzerinde duruyor. Geleneğin günümüz şairlerine sunduğu imkânları ortaya koymak için genel bir çerçeve çiziyor. Söz konusu kavramın “kullanım alanının çeşitliliği ve değişkenliğinden ötürü” tam olarak tarif edilemeyeceğini belirtmesine rağmen farklı disiplinlerde kazandığı anlamlar üzerinde durarak geleneğin okuyucunun zihninde ana hatlarıyla belirmesine imkân sağlıyor.
Yazara göre, gelenekle ilgili tartışmaları daha çok divan şiirinin yaşama ve direnme gücünün test edilmesine yönelik tecrübelerin sembolik ifadelendirilişi belirlemektedir. Bu tecrübelerin olumlu örneklerini veren şairler vardır. Dolayısıyla, günümüzde de gelenekle çağdaş şiirin imkânlarını buluşturan şairlerin tartışmalara esas olacak ölçüde ürünler yayınlaması şiirimiz için önemli bir göstergedir. Bu bakımdan son yıllarda gelenek, “şiir” kelimesiyle bir arada telaffuz edilmesinde sakınca görülmeyen ve hatta şiire itibar kazandıran bir kavram konumuna yükselmiştir. Dolayısıyla geleneğe bilinçli bir yöneliş söz konusudur. (s.5–6)
Gelenekten yararlandığını belirten şairlerin 1) Ritim, 2) Tasavvuf, 3) Mazmun ve hayâl dünyası üzerinde fazlasıyla durduklarını görüyoruz. Bilindiği üzere divan edebiyatında şairler aruz veznini kullanmıştır. Bu şiire genel olarak bakıldığında kafiye, redif ve vezin gibi biçimsel unsurların, usta şairlere geniş imkânlar sağladığını fakat bunun yanı sıra müteşâirleri taklitçilik seviyesinden ileri geçirmediğini görürüz. “Divan şiirinde dilin kullanımını büyük ölçüde ritmik akışkanlığı sağlayan biçimsel unsurlarla söz sanatları ve mazmunlar belirlemektedir. Aruz ölçüsünün sağladığı imkânları tevarüs eden Kemal Edip Kürkçüoğlu, Hasan Ali Yücel, Şahin Uçar (Şeydâ), Nejat Sefercioğlu, Cem Dilçin, Cemâl Kurnaz gibi isimlerin tarz-ı kadîm üzere şiirler söylediklerini görüyoruz. Ayrıca günümüzün zevkine uygun olarak aruzla şiirler yazan Mehmet Çınarlı, Fuat Bayramoğlu, Talât Halman, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Bekir Sıtkı Erdoğan ve Ali Günvar gibi şairlerin kaydettikleri irtifâ, vaktiyle Arapça ve Farsça’dan dilimize sözcüklerin girmesinin, sadece şairlerin Türkçe’yi aruz ölçüsüne uydurma çabalarıyla ilintili olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şeyh Galib’e Çiçekler başlığı altında yazdığı Hüsn ü Aşk veznindeki şiirlerini de bu çerçevede değerlendiriyoruz.” (s.9-10)
Muhsin Macit’e göre, Cumhuriyet devri Türk şiirinde tasavvufun mecaz ve sembolleri, başta Hallâc-ı Mansur olmak üzere temsilcileri ve daha da önemlisi dili şairlerin dikkatini çekmiş ve şairler bu kaynaktan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Tasavvuftan yararlanabilmek için şairin mistik tecrübesi olmasa bile mistik bilgiye sahip olması gerekir. Mistik eğilimi olan şairler ve onların bu doğrultuda ortaya koydukları eserlere bakıldığında tasavvufun bir ölçüde belirleyici olduğu görülür. Modern Türk şiirinde mistik eğilimleri olan, hatta Hint felsefesine yönelen şairlerin başında Asaf Hâlet Çelebi gelir. Sezai Karakoç ve Ebubekir Eroğlu’nun şiirleri ise modern mistik tecrübenin ürünü olarak değerlendirilebilir. Ayrıca tasavvufun istiareli dilinden ve menkıbelerden yararlanan Hilmi Yavuz, aynı zamanda yeteneğine inandığı genç şairleri eski şiirin imkânlarını “temellük” etmeye yönlendirmekte, şiirleriyle yol göstermektedir. Vural Bahadır Bayrıl ve Ali Günvar modern bir derviş duyarlığıyla şiirler yazmaktadırlar. Ali Günvar tam manasıyla sûfilere mahsus bir söyleyiş mükemmelliğine erişmiş, serbest biçimde yazılmış izlenimi veren şiirlerinde bile aruz ölçüsünü çok başarılı bir biçimde kullanarak biçimle içeriğin örtüştüğü şiirler söylemektedir. Modern Türk şairlerinin tasavvufun imkânlarından hangi düzeyde yararlandığı bu şairlerin eserlerinden anlaşılabilir. (s.14-15)
Yazar, günümüz şairlerinin tıpkı divan şairleri gibi ortak mecaz ve istiareler kullandıklarını fakat, günümüz şairlerinin kullandıkları mecaz ve istiarelerde müşterekliğin bulunmadığını belirtiyor. “…divan edebiyatında müşterek bir hayâl dünyasından bahsetmek mümkün olduğu hâlde modern Türk şiirinde ortak bir imaj dünyasından söz etmek imkânsızdır. Daha bireysel tercihler söz konusudur ve şairler ancak orijinal imajlarla kalıcı olabilirler. Günümüzün şairleri daha bireysel tercihlerde bulunmakla birlikte, Murathan Mungan’ın tespit ettiği gibi devrimi şafakla, barışı güvercinle, tutsaklığı zincirle, hadi bir ilavede de ben bulunayım, başkaldırıyı dağ başlarıyla anlatmakta bir sakınca görmezler. Benzer bir ayıklama yöntemiyle başka ideolojik grup ve kümelenmeler içinde yer alan şairlerin eserleri taranacak olursa kolayca müşterek istiareler tespit edilebilir. Fakat bu müştereklikler ortak bir hayâl dünyası yaratmaya yetmez. Günümüzün iletişim araçları ve çok hızlı değişen ve işleyen zaman, divan şairlerinin tecrübesini tekrarlamaya imkân vermez. Ancak, bu tecrübeden günümüzün şartlarına göre yeni semboller ve metaforlar oluşturulabilir. Bunlar da çok şahsî olmak zorundadır.” (s.19)
Muhsin Macit gelenekten yararlanan şairlerin eserlerine bakıldığında “ilginin ders kitapları ve antolojilerle sınırlı olduğu” tespitinde bulunuyor. Günümüz şairlerinin genellikle Fuzûlî, Bâkî ve Şeyh Gâlip’in beyitlerinden alıntı yaptığını ve göndermelerin daha çok bu şairlerle sınırlı olduğunu, arada bir de Nedîm’in hatırlandığını belirtiyor.
Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri günümüz şiirine farklı bir pencereden bakması, yeni açılımlar sunması, böylelikle bu şiirin daha iyi anlaşılması ve eski şiiri tekrar gündeme getirmesi açısından son derece önemli bir çalışma. Bununla birlikte, eseri okurken gözümüze takılan birkaç hususu belirtmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Meselâ “Sevdaya Kaftan Biçen Derviş: Cafer Turaç” başlıklı yazı daha çok, yazarın söz konusu şairle olan duygusal ünsiyeti üzerine kurulu. Bu yazıdan anladığımız kadarıyla Cafer Turaç’ın gelenekten dikkat çekecek düzeyde yararlandığı söylenemez. Ayrıca ele alınan şairlerin gelenekle münasebetine değinilirken, içerdiği açık göndermelere rağmen bazı şiirler üzerinde yeterince durulmadığını hatta bu şiirlerden söz edilmediğini görmekteyiz. Örneğin Hilmi Yavuz’un Yolculuk Şiirleri adlı kitabında yer alan “yolculuk ve aşklar” şiirine. Adı geçen şiirdeki şu dizeler
ben kendime derinim, −sana!
bir uzun ‘kaybol!’ gibi olduğum;
kalbim kül dağları, yüklenir
ateşten kayıklara odunum…
bir uzun ‘kaybol!’ gibi olduğum;
kalbim kül dağları, yüklenir
ateşten kayıklara odunum…
Şeyh Gâlip’in
Bin başlı bir ejder-i münakkaş
Mumdan gemi altı bahr-ı âteş
Mumdan gemi altı bahr-ı âteş
beytini hatırlatıyor.
(*) Muhsin Macit, Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri, Kapı Yayınları, 194 s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.