Zaman yazarı Bülent Korucu, Soner Yalçın'ı irdeliyor!
Zaman Gazetesi yazarı Bülent Korucu
İncilerim döküldü,
Toplayamadım.
Küçük hanım geldi,
Saklayamadım.
Ikırcık mıkırcık,
Kız saçların kıvırcık,
Sana dedim "Sen çık."
(Bir çocuk şarkısı / tekerlemesi.)
Türkiye, gerçeküstü bir süreçten geçiyor. Ninnilerin, çocuk şarkılarının, halk hikâyelerinin, masalların, tekerlemelerin bile çok uzağında yaşayan yönetici sınıflar; benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin yaşama biçimlerini yamultmak için, âdeta birbirleriyle yarış hâlindeler!
Türkiye, pembe sermayeyle yeşil sermaye arasındaki salıncakta sürekli olarak git gel yapan kör bir dolabı andırıyor. Kemalistlerle Gülenistlerin arasındaki yapay çelişki sonucu ortaya çıkan karanlık manzara; benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin canını sıkıyor!
Türkiye, sınıfsal çelişkileri, sınıfsal ilişkileri, sınıfsal üretim biçimlerini gün yüzüne çıkarmayı beceremezse, ister istemez; pembe ile yeşilin, Kemalistler ile Gülenistlerin, Atatürkçülerle Atakürtçülerin inşa etmiş olduğu işlevsiz telgraf direklerine konan çaresiz sığırcık kuşlarının ürkekliğiyle hareket eden sürü görüntülü halkla ve/ya facebook bataklığından çıkabilecek dermanı bulunmayan aydınımsılarla karşı karşıya kalacak demektir!
Oysa...
Halkını sevdiği kadar, kuşların özgürlüklerini de yüreğindeki sınırsız güzelliğe buyur eden M. Niyazi Akıncıoğlu'nun şu sözlerini okumakta yarar var:
Selam
Selamın geçiyor besbelli,
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.
Bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.
Ben deli-divane olsam,
çok mu görülür?..
Pembe ile yeşilin, Kemalistler ile Gülenistlerin, Atatürkçüler ile Atakürtçülerin, Oda TV ile Zaman Gazetesi'nin, Bülent Korucu ile Soner Yalçın'ın çelişkileri, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin pek umurunda olmamalı. Esas çelişki, işçi tulumuyla güne başlayıp işçi tulumuyla günü bitiren büyük insanlığın, kendi aralarında yapay çelişki oluşturan egemenlerle yaptığı hayat kavgasında ortaya çıkan şimşek renkli çelişkidir!
Söze, bir çocuk şarkısı / tekerlemesiyle başladık; sözü bir çocuk şiiriyle bitirelim. Bugün,yüreğimin Japonya'sını kanatan deprem ve tsunamiden etkilenmiş olduğum için, sözü, küçücük bir Japon kızının ağzından koskoca dünyayı bize anlatan komünist şair Nâzım Hikmet'e bırakıyorum:
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
(HB)
***
Soner Yalçın'ın özrü
Bülent Korucu / 11 Mart 2011
Soner Yalçın ve sahibi olduğu Oda TV, iki gündür özür dilemekle meşgul. Ancak, dile getiriliş biçimleri itibarıyla özür kabahatten büyük duruyor.
Sözü uzatmaya gerek yok, şöyle diyor Yalçın:
"Evet İklim Bayraktar, bana söyledi; önce telefonda, sonra Ankara'da, Yurdakul çiftiyle akşam yemeği yerken yanımıza geldi; anlattı yaşadıklarını, hatta bir ara espri dahi yaptık, güldük. Ne bileyim, belki bizim saflığımız, hiç üzerinde durmadık."
Bilmeseniz Kemalettin Tuğcu'yla muhatap olduğunuzu sanırsınız. Soner Yalçın, öldürülen MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, öldürülen Kürt işadamı Behçet Cantürk, JİTEM'i deşifre etmesini canıyla ödeyen Cem Ersever ve bilumum esrarengiz kişi ve olayla ilgili tuğla kalınlığında kitap yazan arkadaş değil miydi? 'Saflığına gelip' üzerinde durmayışına mı yanalım, espri yapıp güldüğüne mi? Konu en saf insanlara bile acı fren yaptıracak cinsten, hele bir de espri yapıp gülmek... Yalçın, 'yaşadıklarını anlattı' diyor. Demek ki inanıyor muhabirinin sözlerine. O zaman şimdiki özrü boşluğa düşüyor ve 'Niye gereğini yapmadın?' sorusu gündeme geliyor. Yok muhabire inanmadıysan hem kovarsın hem de muhatapları komploya karşı uyarırsın.
"Baykal'la yaptığım görüşmelerde dile bile getirmedim. Gerçi ne diyecektim? Zaten kaset komplosuyla 45 yıllık siyasi hayatının en iğrenç olayını yaşamış bir siyasi lidere ne diyebilirsiniz? Böylesine ağır bir iddiayı nasıl kolayca konuşabilirsiniz?"
Tam tersine Deniz Baykal'ın zaten komploya kurban gitmiş bir siyasetçi olduğunu düşünüyorsanız, yeniden aynı delikten ısırılmasın diye evleviyetle uyarmanız gerekmez mi?
Soner Yalçın, Nazlı Ilıcak'tan özür dilerken de benzer hatalara düşüyor.
"20 yıl önce ajandama yazdığım özel notlarım bugün medyaya servis ediliyor. Bir köşede unuttuğum, genç muhabirlik dönemimden kalan ajandamdaki notlar bel altı savaşına malzeme yapılıyor. Ilıcak, yazıyor; 'Yalçın beni hep fişledi!' Ne diyeyim şimdi buna? Kızmakta haklı... Siz istediğiniz kadar 'hangi gazeteci, hangi gazetecinin dedikodusunu yapmaz' deyin. Bunun önemi yok artık."
Benzer ifadeler site adına yapılan 'yarı resmi' açıklamada da var.
"Kuşkusuz Nazlı Ilıcak, sorulan sorulara gülüp geçerek 'her gazeteci bu tür notları tutar' diyecektir. Gazeteci gazetecinin kurdu olduğunu bilmez mi?"
Nasıl yani! Siz en aşağılık iftirayı, gülünüp geçilecek basit gazeteci dedikodusu olarak yutturmaya çalışıyorsunuz.
Yalçın, bir noktada baltayı feci şekilde taşa vuruyor.
"Bu nasıl insanlık? Evimdeki özel yazılarımdan kime ne? 'Menderes'in kasasından kadın külotu çıkmasını' haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgâhın piyonu rolündedirler. Yazık."
Yassıada yargılamalarının, kadın külotu saçmalıklarına karşı çıkan bir isim söyleyin deseniz aklıma ilk Nazlı Ilıcak gelir. Babasının da yargılandığı sözde mahkeme ile kan davası vardır. Yalçın, özür diliyormuş gibi yaparak piyon suçlamasında bulunuyor.
Oda TV adına yapılan açıklama da bir tuhaf. Metin imzasız ve olay muhabir Bayraktar'ı işe alan Ankara Temsilcisi Mümtaz İdil'in etraflı bir açıklama yapacağını duyuruyor. Ancak ifadeler farkına varılmadan İdil'in ağzından veriliyor. Üç beş yıllık geçmişi olan site için kırk yıllık geçmişten bahsediliyor.
"Kırk yıldır Oda TV'deki arkadaşlarımızla birlikte Ankara'da da bir ekibimiz var. Bahsi geçen siyasi liderlerle bu kırk yıl içinde bizim görüşmediğimiz çoklukta görüşmeyi, hanımefendi birkaç ayda başarmış. Arkadaşımızın birkaç ay içinde bu kadar yoğun uçuşunu, 'sakın ha gizli kapalı örgütlü bir şey olduğunu asla ima etmiyoruz' saflığıyla ve şimdilik psikolojiyle açıklamaya çalışıyoruz. Mümtaz İdil ağbimiz, şüpheniz olmasın, arkadaşımızın şahsi kimliğini de itinalı cümleleriyle sakınan bir açıklamasını mutlaka yayınlayacağız."
Bu, herhalde Bayraktar'a yapılan bir 'dur' ihtarı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na özel ulak olarak gönderilen muhabirle ilgili ifadeler tatmin edicilikten uzak.
Yerim bitti ama sormadan edemeyeceğim: Kılıçdaroğlu, Baykal'ı arayıp komplo için neden uyarmamış?
a) Komploya düşsün istemiş.
b) Taciz ihtimalini daha güçlü görmüş.
c) Komplo tevili olaylar sarpa sardıktan sonra aklına gelmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.